TÜSİAD Özel Oturumu’nda enerjinin dönüşümü konuşuldu

TÜSİAD Özel Oturumu’nda enerjinin dönüşümü konuşuldu

12. Türkiye Enerji Zirvesi kapsamında TÜSİAD sponsorluğunda ‘TÜSİAD Özel Oturumu: Enerjide Dönüşüm’ oturumu gerçekleştirildi. Oturumdan önce TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan açılış konuşması yaptı. Turan’ın konuşmasının ardından başlayan oturumda moderatörlüğü TÜSİAD Enerji Çalışma Grubu Başkanı Mehmet Acarla gerçekleştirirken TÜSİAD Üyesi Haluk Kürkçü, TÜSİAD Enerji Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Tamer Çalışır, TÜSİAD Enerji Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Arkın Akbay ve TÜSİAD Enerji Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Elif Düşmez Tek konuşmacı olarak yer aldı.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan

‘DÜNYA DÖNÜŞÜM SÜRECİNDEN GEÇİYOR’

Bugün dünya ekonomisine baktığımızda oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Yüzyılın başında geleceğe umut ve güvenle bakarken bugün ise gıda ve enerjiye erişim sorunları yaşıyoruz. Bildiğimiz dünya geride kalıyor. Dünyamız yerini alışık olmadığı bir hale bırakıyor. Ülkelerin dış politikalarını yükselen jeostratejik tehditlere göre belirlediği, ticaret ve iş birliğinde dost ve müttefik ülke kavramının önem kazandığı bir dünyaya doğru gidiyoruz. Küresel likidilite azalıyor. Enflasyon yükseliyor, yüksek enflasyonla mücadele için faiz oranları da yükseliyor. Gelişme yerini durgunluğa veya ekonomik faaliyette gerilemeye bırakıyor. Aşırı iklim olaylarının sıklığı da artıyor. Küresel ısınma birçok yerleşim yerini tehdit ediyor. Su kıtlığından enerji kıtlığına, gıdadan kıymetli ham madde kıtlığına, maddi ürünler dünyasında bolluk toplumu yerini kıtlık toplumuna bırakıyor. Öte yandan maddi olmayanlar ürünler dünyasında sonsuz miktarda üretimin önü açılıyor. Dönüşüm sayesinde yeni iş alanları ve meslekler ortaya çıkarken bazı meslekler de yok oluyor. Yeni salgınlar toplumsal hayatı felç ediyor. Bunca risk, tehdit, risk ve belirsizlik karşısında izlenmesi gereken politikaların ne olduğu sorusu çetin bir soru olarak önümüzde duruyor. Aslında dünya tarihine bıraktığımızda bu tür kaotik dönemlerin yaşandığını görüyoruz. Hepsinde değişim uzun bir süreye yayılmıştı. Bir dönemin kapanıp diğer dönemin açılması ise hep enerji ile ilgiliydi. 1900’lerde yeni yükselen teknolojiler ve sektörler başta petrol olmak üzere muazzam bir ham madde talebi yaratmış, ham madde kaynaklarına sahip olmak sonu felakete götüren bir rekabete yol açmıştı. 1970’lerin petrol krizi ise petrole dayalı bir ekonomide üretimde ani düşüş, bu düşüşün yarattığı şoklar ve küresel parasal mimarinin top yekun değişimiyle sonuçlandı. Günümüz bu değişimlerle benzerlikler gösterse de köklü farklılıklar da taşıyor. Dünya hiç olmadığı kadar entegre. Birçok ülke enerjide arz güvenliğinde az sayıda ülkeye bağlı, küresel ısınma tehdidi hiç olmadığı kadar vahim ve yakın. Bu enerji politikalarında beraberce ele alınması gereken üçlü bir yapı ortaya çıkartıyor. Ülkeler sorunsuz enerji kaynaklarına erişebilir olmalı, enerjiyi makul fiyatlarla temin etmeliler ve enerji kaynakları sürdürülebilirlik açısından sorun teşkil etmemeli. Rusya ve Ukrayna krizi bu süreci ister istemez hızlandırdı. Birçok ülkede ekonomi, enerji ve dış politika temiz ve güvenilir enerjiye geçişte birbirine bağlandı. AB yeni enerji sisteminin çalışmalarına başladı. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, depolama kapasitenin arttırılması, tasarruf tedbirleri, enerji anlaşmaları, iş birlikler, yeşil hidrojen ve güneş enerjisi başta olmak üzere yenilebilir enerji hedefi ön plana yerleşti. Dijitalleşmenin ve yeşil dönüşümün önceliklendiği gündeme enerjide bağımsızlık konusu taşındı. Yenilebilir enerji bu programın önemli boyutunu oluşturuyor.

TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKALARINI, EKONOMİNİN REKABET GÜCÜ VE ENERJİ ARZ GÜVENLİĞİ DOĞRULTUSUNDA KURGULAMALI

Sonuç olarak enerji jeopolitiğinde yetici değil kalıcı bir değişim yaşandığını görüyoruz. Daha temiz, güvenilir bir enerji paradigmasının şekillendirilmekte olduğu bu dönemde Türkiye’nin bu değişimin parçası olması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye enerji politikalarını, ekonominin rekabet gücü, uygun fiyatlı enerjiye hedefi, enerji arz güvenliği doğrultusunda kurgulamalı. Bu açıdan TÜSİAD olarak olarak yeni enerji paradigmasına Türkiye’nin uyum sağlaması açısından önemli olduğumuz önerileri de paylaşmak istiyorum.

Türkiye net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda yeşil ekonomi yol haritasını bir an önce belirleyerek buna göre enerjinin yeşil dönüşümü haritasını oluşturarak hızla aksiyon almalı. Ardından net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda enerji kaynak dağılımı, enerji verimliliği hedefleri belirleyerek, enerji arz talep dengesini gözeten sağlıklı bir plan yapmak, enerji tasarrufu ve enerji verimliliğinin tüm sektörlerde azami şekilde yaygınlaştırmak için somut hedefleri uygulamaya koymalı. Tasarımdan ürün geliştirmeye, üretim sürecine uzanan bir perspektifde dönüşüm için teşvik mekanizmaları devreye alınmalı. İletişim ve dağıtım alt yapılarının yenilebilir kaynakların alt yapısını sağlayacak kesintisiz bir şekilde güçlendirmesi, yenilebilir dönüşümü destekleyen depolama ve hidrojen teknolojileri, mikro şebeke yönetimi gibi yeni teknolojilerin geliştirilmesi için teşviklerin arttırılması, bu konuda ilgili mevzuat düzenlemelerin hazırlanarak enerji piyasasında şeffaflığı engelleyen müdahalelerden kaçınmak ve enerji fiyatlarındaki artışlarda verilen destekleri önceliklendirilmiş, sosyal gruplara tarım ve sanayi sektörlerine dönük olacak şekilde sağlama noktasında gerekli adımların atılması. Türkiye bu alanların hepsinde önemli adımlar attı, atmaya da devam ediyor. Enerji politikaları Türkiye’nin gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir ülke olmasıyla çok yakından ilgilidir.

TÜSİAD Üyesi Haluk Kürkçü

‘EN PAHALI ENERJİ OLMAYAN ENERJİDİR’

Bizim derdimiz sadece enerji değil öncelikle bununla başlamak isterim. Ama enerji ağırlığını bize hissettirmeye başladı. Arz güvenliğiyle başlayacağım. En pahalı enerji, olmayan enerjidir.

Yakın bir zamanda yaşadığımız İran kriziyle beraber hemen hemen etkilenmeyen sanayi kalmadı. Kendi tesislerimizde bizler de uzun süreli kapanmalara ve yük düşmelerine maruz kalarak o dönemde bayağı bir potansiyel kaybettik. Bu bize enerji arz güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu yaşatarak gösterdi. Bunun karşılığında ne yaptık? Bütün sektörler hemen hemen aynı önlemlere yöneldi. Alternatif yakıt teknolojilerine döndük. Kazanlarınız varsa bu kazanlarınızın kullandığı doğal gaz yerine dizellere döndürebilecek şekilde teknolojik yatırımlar yaptık, LNG’leri kullanacak altyapılar oluşturmaya çalıştık. Bunlar küçük önlemler gibi gözükse de kısa vadede bu kadar yapabiliyoruz ve umut ediyoruz bu kış da hava şartları dahilinde bu sene yaşadığımız sıkıntıları yaşamayız. Ama arz güvenliğinin çok önemli olduğunu yaşayarak öğrendik. İkinci konu enerji maliyeti.  İthal bir girdi olduğu için enerji maliyetinin artışlarına maruz kalıyoruz. Bu maliyetler iki tür bizi etkiliyor. Maliyetin iki tane problemi var. Bir tanesi öngörülebilir olmak. Maalesef şu anda o sıkıntıyı yaşıyoruz. Geçen seneki enerji ortalamamızda doğal gazda 7 kat, elektrikte 3 kat Türk lirası bazında maliyet artışına maruz kaldık. Gelecek sene için de her ikisinde de 2,5 kat daha artacak diye bir öngörüyle gidiyoruz ama bu öngörü çok zorlama yaptığımız bir öngörü. Öngörülebilir kavramı konuşurken aslında, daha çok finansal yatırım, herhangi bir yatırım için o kullanmamız gereken data setleri varsaymak zorluğu gibi söyleniyor. Bu da doğru. Ama bir taraftan sanayicinin çok yakın gelecekte enerji fiyatının neye maruz kalacağını öngöremiyor olması da çok büyük bir sıkıntı. Bu ikisinin aslında kısa vadede çözümleri var ve bir de hemen başlandığında etki alacağınız bir çözüm daha var. O da enerji tasarrufu ve enerji verimliliği.

Enerji tasarrufu ve enerji verimliliği birbirinin içinde olan kavram seti. Enerji tasarrufunun en basiti kayıp kaçakların engellenmesi. Hangi sanayi dalı olursa olsun, başka bir gözle bakıldığında görülecek bir sürü potansiyel olduğuna eminim. İkinci kısımda da yeni teknolojilerle, akıllı uygulamalarla, çalışmayan makinenin farkına varma, enerji verimliliği yüksek kompresörlerle yeni teknoloji ekipmanlarla bu verimliliği sağlama. Hepsini birden koyduğunuzda verimliliği ölçmeniz gerekiyor. Birim üretim başına, birim ton başına harcadığınız elektrik ve doğal gaz katsayısı değeri sizin aslında yaptığınız tüm faaliyetlerin etkisini, sonucunu, bunun finansal tarafını da çevirerek görebileceğiniz bir ürün.  Enerji arz güvenliği ve maliyetindeki çözümlerin arasında önemli bir payda burası. Üçüncü faktör; arz kalitesi. Fabrikalar akıllı sistemlere uygulamaya başladıkça, dijitalleşmeye geçtikçe bu tür frekans sapmalarının etkisi çok daha büyük oluyor. Bir hattı komple otomasyon yapmışsınız, insan yok, her şey otomatik, taşınıyor, proses ediliyor. Orada olacak kabul edilemez frekans sapmasında tüm sistem çöktüğünde bütün sistemi tekrar reset etmeniz saatler alıyor. Bu da önemli bir verim kaybına neden oluyor. Arz güvenliği, maliyeti ve arz kalitesinin sanayicinin şu anda her detayıyla yürütmek istediği, sahip olmak istediği ve siz üreticilerle birlikte kol kola daha iyisi için çalışmak istediği konular olarak özetleyebiliriz.

YENİLENEBİLİR ENERJİ YATIRIMLARI ŞEVKLE ÇALIŞMAK İSTEDİĞİMİZ KONULAR ARASINDA YER ALIYOR

Sanayiciler olarak aldığımız önlemlere değindiğimizde yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım diyebiliriz. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, depolanması, farklı alternatiflerin teknolojik takibinin yapılması ve son olarak da başta GES olmak üzere o yatırımların takipçisi olmak. Yenilenebilir enerji yatırımları konusunda mevcut ihale yöntemleri, mevcut mevzuatın güncellenmesi ve süreçlerin yalınlaştırılması konusu, sanayici olarak bizim anlamadığımız ama biriyle kol kola girdiğimizde şevkle çalışmak istediğimiz konular arasında yer alıyor. Bugün özel bir konu finansmana erişim konusu. Yatırımcının veya sanayicinin bu konuda çok iştahı olduğunu ben biliyorum. Yenilenebilir enerjinin her türüne, mevcut GES’lere, hidrojen tarafına ve depolama tarafına sanayicinin de teknolojik olarak emek harcaması, kaynak ayırması ve o tarafta öncü olması gerektiğine inanıyorum.

TÜSİAD Enerji Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Tamer Çalışır

‘YAPILAN PLANLARDA HER ZAMAN BİR MİNİMUM NOKTA BELİRLENMELİ’

Öncelikle alınan hiçbir tedbirin yeterli olmadığını veya risk bertarafı için alınan en sağlam yöntemlerin bile bazı riskleri göz ardı edebildiğini yaşanan bu son krizle beraber görmüş olduk. Avrupa’da, özellikle Almanya’nın başını çektiği grupta doğal gazla ilgili yaşanan kesintinin yarattığı durum bunun en büyük örneği. Almanya ve Avrupa’ya yöneltilen 170 BCM’lik bir kapasitenin şu anda yüzde 80 kapasiteyle kesilmesi ve Avrupa ihtiyacının sadece yüzde 9’unun Rusya’dan karşılanıyor olması, Avrupa’da belli bir krizin ilk sinyallerini ortaya koydu. Soğuk oluşacak bölgelerde yüksek kış şartlarının oluşmuyor olması, depolama kapasitelerinin en aktif şekilde kullandırtılmış olması ve birtakım tedbirle beraber enerjide kriz birebir Avrupa’da yaşanmasa da bunun tam kenarından dönülmesi, belki içinde kalınması da Aralık ve sonrasında karşılaşabileceğimiz unsurlar arasında. Avrupa Birliği bununla ilgili Eylül ayından beri seri toplantılar yapıyor, birçok tedbiri uygulamaya aldı. Arz güvenliği tehlikede ama arz güvenliği ne olursa olsun, ev ve hastanelerde arz güvenliğini yüzde 100 sağlamamız lazım. Bu neyi gösteriyor, yapılan planlarda bile her zaman bir minimum nokta belirlenip onun üzerinde alternatifler belirlenmesini gösteriyor.

KRİZİN BEDELLERİNİ AĞIR ŞEKİLDE ÖDÜYORUZ

Bizim tarafımızda neler var? Biz şu anda bu krizden birincil derecede etkilenmemiş gibi görünsek de diğer tarafta arz tehlikesinin yarattığı, Avrupa’daki yaklaşımın maliyeti negatif etkisini de birebir yaşıyor durumdayız. Bunu bertaraf etmek için gerek BOTAŞ tarafında gerek EÜAŞ tarafında yapılan sübvansiyonlarla beraber bedellerini de ağır şekilde ödüyoruz. Bunun arz güvenliğiyle ilgili Türkiye’de bakış açısına bakıldığında biz güvende miyiz? Arz güvenliği dediğimiz konu, sadece üretimden tüketimden fazla olması anlamında, değil, üretimle tüketim arasındaki bağlantıyı da doğru kurgulamamız gerektiği anlamına geliyor ki kesintili enerji üretimini ne kadar çoğaltabilirsek o kadar iyiyken, altyapı faaliyetlerimizi de bir o kadar geliştirmemiz hem teknik açıdan hem de alacağımız kararlar anlamında gerekiyor. Pandemi öncesinde beklenen artışların yaşanmayacağı öngörülürken bir anda pandemi çıkışında artan enerji tüketimini bugünlerde aynı ama geçen senenin aynı ayına göre düşüşle karşılıyoruz. Tüketime karşılık üretimin 330 TWS civarında olacağını beklesek de buna karşılık yapacağımız sistemde tam bir eşleşmeyi sağlayabilmiş durumda değiliz. Buradaki diğer bir konu da yeni üretimin devreye girmesiyle ilgili teşvikleri doğru kanalize edemiyoruz. Tabii ki şu anda kömür, doğal gaz, ithal kömür olmak üzere konvansiyonel üretim kaynaklarına bir yönelim yok. Bu net; zaten hedeflerimiz arasında da yok. Ama diğer taraftan da yenilenebilir enerji hedeflerine ulaşmak da bizler için arz güvenliğini sağlamak adına da diğer önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bunu da bizim bir şekilde de eksik kaldığımız gücü yerine koymamız lazım ki mevzuatsal olarak bunun önüne çıkardığımız kural değiştirici, oyun başladıktan sonra değiştirilen kurallar, sisteme yük getiren kurallar ya da belirsiz şekilde yatırımları doğru yere kanalize edemediğimiz kurallar bizim başımıza ekstra sorunlar olarak geliyor. Öz tüketimi destekliyoruz diyoruz ama öz tüketimi desteklerken aldığımız bir kararla geçmişe doğru o kadar faaliyet hareketler yapıyoruz ki bir anda yeni yatırımlarla ilgili soru işaretleri geliyor. Üçüncü ayağı ise bunun finansman. Zaten konvansiyonel finansman bulmak neredeyse imkânsız. Yenilenebilir enerji için de TL’ye finansman bulunabileceğinin müjdesini aldığımız için mutluyuz ancak maliyetlerin yüksekliği karşılığında istenen belgeler veya şartların net olmaması, gene arz talebi ve arz fazlasının konuşulduğu dünyada bugün arz açığının tekrar konuşulmasına neden oluyor. Dördüncü konu, burada dijitalleşme ve dijitalleşmenin arkasındaki unsurlar da bizler için arz güvenliği anlamında önemli bir unsur. Siz gün öncesi piyasası, gün içi piyasası ve diğer piyasaları yönetiyorsunuz ama buradaki mevzuatları yeterince sistemin teknik yeterliliklerine göre yapmadığınız zaman sistemi artık yönetemiyorsunuz. Siz bölgeler arası bir santrali çalıştırıp bir santrali durdururken sisteme aşırı yükler yükleyebiliyorsunuz. Dijitalleşmedeki siber güvenlik bundan sonra da başta ülkemiz olmak üzere bütün coğrafyada en önemli unsur olarak karşımıza çıkacak ki bu da arz talep dengesini dengelemede en önemli unsur olarak karşımızdaki risklerden bir tanesi olduğunu söyleyebilirim.

TÜSİAD Enerji Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Arkın Akbay

‘DEPOLAMANIN FİNANSE EDİLEBİLİR OLMASI GEREKİYOR’

Özellikle pandemi sonrasında bu tedarik zincirindeki kırılmayla birlikte ilk etapta Avrupa buna nasıl tepki vereceğini bilemedi. Yüksek enflasyonist bir baskı ortaya çıktı. Acaba bunu yerelleştirelim mi, bütün üretimi yerele mi alalım, farklı tedarik kaynakları mı bulalım ama bir yandan da hemen üzerine Rusya-Ukrayna krizi ve çok da aslında öngörülemez diyemeyeceğimiz bir doğal gaz bağımlılığı, yenilenebilir enerjiye dönüş ve bununla bağlı finansman kaynakları gelişti. Oradaki samimiyeti bir dönem ülke olarak sorguladık. Belki iki tane santralin ömrü 2024’e uzadı ama birkaç tane santralin ömrünü de buna karşılık 2038’den 2030’a geri çektik. Bizim dikkatimizi çeken önemli bir unsur vardı, sanayimizin karbonsuzlaşmaya verdiği önem. Karbonsuzlaşmayla alakalı yatırımların Türkiye’de başlanma durumu yüzde elli elliydi. Öyle veya böyle biz yüzde 50 ihracatımızı halen Avrupa Birliğine yapıyoruz, bununla beraber çeşitlendirmeyi artırma yönünde çalışmalarımız da devam ediyor. Avrupa Birliği bize diyor ki biz size bir vergi uygulayacağız. Bunlar bizim ağır sanayimize uygulanacak. Niye buraya döndük? Elektrik fiyatlarında uyguladığımız fiyat politikası bizi burada yüksek istihdamla birleştirip bir anda dünyada dev şirketler yaratmamıza sebebiyet verdi. Halen de durum böyle. Ancak enerji fiyatları artmaya başladığı anda özellikle toprak madencilik vs. seramik gibi sektörler zorlanmaya başladılar. Bu özellikle de doğal gaz tarafında yaşandı. Bizim çok uzun zamandır bu platformlarda dile getirdiğimiz, enerji maliyetleri arz ve talebin olduğu noktada kesişirse bu finanse edilebilir olur aksi durumda arz fazlamız gün gelir bize dönemsel arz sıkıntısı olarak karşımızda durabilir. ‘Cevabı nedir’i zaten buraya katılanlar biliyorlar onun adı yenilenebilir dönüşüm, yeşil ekonomiye, karbonsuzlaşmaya gidiş. Birinci başlığı, biz kime hizmet etmek durumundayız? Müşterimize. Elektriğin tüketicisine.

Arz güvenliğini sağlamak için birkaç tane model ortaya çıkarttık. Bunlardan bir tanesi, Türkiye’de lisanssız üretim oldu. Bununla beraber çok dikkat etmemiz gereken bir geçmişimiz var. Benzer bir durumu enerjiyle alakalı, tam büyüme hamlemize başladığımız 90’lı yılların ikinci yarısında, özellikle kojenerasyon ve trijenerasyon tesisleriyle hayata geçirdik. Ve buhar ihtiyacımızı, ağır sanayinin ihtiyacını doğalgaz yakarak yapmaya çalıştık. Ancak bir anda öyle bir yüklendik ki doğal gaz fiyatları da kendimizi bağımlı hale getirmemizin asli sebeplerinden biri budur ki bizde önemli bir arz fazlası sanayimizden de gelmiş oldu. O arz fazlasına hizmet eden, 2008’lerde başlayan, 2016’lara kadar devam eden büyük ölçekli verime dayalı fosil yakıt bazlı yatırımlarımız oldu. Bunu neyle destekledik yanında? Çok güzel bir YEKDEM modeli çıkarttık. Bugün bize 102 bin megavat üzeri olan kurulu gücümüzün 12 bin megavatını rüzgâr enerjisinden, önemli bir megavatını hidroelektrik santrallerden ve lisanssızın da yardımıyla güneş santrallerinden sağladık. Bu model başarılı olduğunu ispat etmiş bir modeldi. O dönemde en büyük eleştirisi YEKDEM çok pahalı konusuydu. Şimdi orada da işin maliyet tarafına geliyoruz. Birincisi arz güvenliğiydi. Bunu sadece fosil yakıtlarla yapabilme şansımız yoktu, onun için güzel bir model çıkarttık dedik. İkinci adımında işin maliyet kısmına geldik. Uzun süre biz YEKDEM modelini özellikle tüketiciler tarafında eleştirdik. Ama gördük ki o olmadığı zaman olmuyor. Hele bugünden sonra hiç olmuyor. Bu YEKDEM illaki doğru modeldir ve bundan sonra da uygulanmalıdır manasına gelmiyor. Buradaki temel unsur güzel bir model örneğimiz var. Bunu devam ettirebiliriz, bir açılımımız bu.

KAPASİTELER TÜKETİMİ DESTEKLEYECEK ŞEKİLDE ARTMALI

İkinci model, YEKA modeliydi. YEKA modelinde bir uygulamayı başarıyla devreye aldık, daha da almaya devam edeceğimiz birkaç tane ihalemiz var. Bu da önemli bir katkı. Yadsıdığımız bir unsur değil, bir ayrı patika. Tabii havuzun bir tane olduğunu unutmayalım; hepimiz aynı enterkonnekteye dağıtım seviyesinde bağlıyız. O yüzden kapasiteler aslında tüketimi destekleyecek şekilde artmak durumunda. Biz göbekten tüketicimizle bağlıyız, bunu da sağlayan dağıtım iletim sistem operatörümüz var. Hangi seviyede, hangi verimde hangi projeyi devreye aldığımız toplam maliyeti de değiştiriyor. Ölçek burada devreye giriyor. Biz türetici modelini de öz tüketimle katıyoruz, bu da üçüncü patika. Burada dikkat etmemiz gereken unsur, bağlantılarımızı, özellikle taşımacılığın pahalı olduğunu düşünürsek, özellikle tüketime yakın yapmak maliyetler açısından önemli.

Yenilenebilir enerjinin sisteme entegrasyonu konusunda tecrübeli bir insan kaynağımız var. Bunun bir adım sonrası doğal gazı yedekleyecek olan unsur hangi kaynaktır? Hidrojen bunlardan bir tanesidir. Hidrojen dünyası ekonomisini kanıtlamış durumda değil ancak alıcıları biz buna hazırız mesajları veriyor. Bunun elektrifikasyon içindeki yerine de bakmamız lazım. Bizim yenilenebilir enerji kaynağına, hidrojen üretiminden ne kadar ihtiyacımız var, alternatif hidrojen üretimini sağlayabilmemiz için gerekli olan enerjimiz ne kadar olmalı, bunları hesap etmeliyiz. Depolamanın finanse edilebilir olması gerekiyor. Bugün her kaynağa aynı depolama oranıyla kapasite artırımını verdiğinizde gerçekten âtıl bir kapasite yaratma durumu ortada mı? Bunu da bir gözden geçirmekte fayda var.

TÜSİAD Enerji Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Elif Düşmez Tek

‘FOSİL YAKITLAR YERİNE YENİLENEBİLİR ENERJİYLE ELEKTRİK ÜRETİYOR OLMAMIZ GEREKİYOR’

Öncelikle hem arz kalitesi ve hem de arz güvenliğini sağlamamız gerekiyor. Bir yandan enerjinin uygun maliyette olması gerekiyor ve bir yandan da iklim değişikliği hedeflerine de uyum sağlamamız gerekiyor. Bunların hepsi maalesef aynı anda biraz zor oluyor. Bu imkânsız üçgenden çıkmamızı sağlayacak olan şey yeni teknolojiler, inovasyon olarak sıralanabilir. Yakın zamanda bildiğiniz gibi Uluslararası Enerji Ajansı, ‘Dünya Enerji Görünümü Raporu’nu yayınlamış oldu. Orada çok net bir şekilde ifade etti. Biz mevcut teknolojik altyapıyla 2030 iklim azaltım hedeflerini sağlayabiliriz ama 2050’ye giderken şu anda henüz AR-GE aşamasında, deneme aşamasında olan birtakım teknolojilerin geniş kullanım alanı bulması gerekiyor. O yüzden bu alanda gidecek çok yolumuz var. O yüzden biz de kendi odağımızı yine bu alana doğru odakladık diyebilirim. Biz mesela teknoloji entegrasyonu çalışmalarımızda öncelikle bu ekosistemi anlayıp bunun içerisinde nereye odaklanacağımıza da çok dikkatli şekilde bakmaya çalışıyoruz.

MÜMKÜN OLDUĞU KADAR ELEKTRİFİKASYONA DÖNÜŞ SÖZ KONUSU

Ana omurga dediğimiz şey, gerçekten de hemen her konuşmada bahsedildiği gibi ağırlıklı olarak yenilenebilir dönüşümden geliyor. Yani bizim fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kullanarak elektrik üretiyor olmamız gerekiyor. Bunun karşı bacağında da tüketim tarafına bakarsak, mümkün olduğu kadar elektrifikasyona dönüş söz konusu. Bu ana omurga. Neden ana omurga diyorum? Çünkü biz dönüşümü mümkün olduğu kadar bu alanlarda sağlayabilirsek aslında ekonomikliğini de sağlamış olacağız. Rakamsal olarak baktığımızda, yine dünya enerji görünümünden rakamlar paylaşmak isterim. 2050 itibarıyla bizim ‘Net Sıfır Hedefleri’ni gerçekleştirdiğimiz durum için son enerji tüketiminde yarısından fazlasını elektrik kaynaklı olarak kullanacağız. Daha da önemlisi, faydalı enerjinin de üçte ikisi, müthiş bir rakam, elektrikten gelecek. Böyle büyük bir dönüşüm yaşayacağız. O yüzden ana omurga burası.

ESAS İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ ŞEY, ESNEKLİK ÇÖZÜMLERİNİ YENİLENEBİLİR ENERJİYE ENTEGRE EDEBİLMEK

Öncelikle ana omurgayı çalıştıracak bir unsura ihtiyacımız var. Yenilenebilir enerji tamamı kesintili değil ama büyük oranda rüzgâr ve güneşle bu dönüşümün sağlanacağını düşündüğümüzde, kesintili bir yapısı var. Aslında bizim ihtiyaç duyduğumuz şey, esneklik çözümlerini yenilenebilir enerjiye entegre edebilmek. Esneklik çözümleri dediğimizde çünkü depolama tek seçenek değil, başka seçenekler de var ama depolama neden önemli, özellikle de batarya depolama neden önemli? Çünkü geniş bir yelpazede esneklik hizmeti almamıza imkân veriyor. İstersek merkezi, istersek dağıtık olabilir; yüksek kapasitelerde de düşük kapasitelerde de olabilir. Şebeke ölçeğinde , yan hizmet için veya kesintili üretimi dengelemek için kullanabilirsiniz. O yüzden batarya depolama önemli bir esneklik aracı. Bu konudaki mevzuatın çıkmış olması evet eksikleri var ve gideriliyor. Bunu önemli bir adım olarak not düşmek istiyorum.

HİDROJEN BİZİM ANA ÇÖZÜM KAYNAĞIMIZ OLARAK GÖZÜKÜYOR

Şimdi ana omurgayı yenilenebilir enerji, onu destekleyen esneklik çözümleri ve karşı tarafta elektrifikasyonla sağladık. Peki geri kalanı ne olacak? Geri kalan alanda maalesef daha zor olan noktalar var. Sanayide zorlanıyoruz her alanı elektrikle çözemiyoruz. Özellikle çimentoda, alüminyum, kimya, çelik sektörlerini karbonsuzlaştırmak maalesef zor ve burada elektrik kolay bir çözüm olamıyor. Hava taşımacılığında, deniz taşımacılığında ve tabii kara taşımacılığında da uzun yol taşımacılığında veya ağır vasıtalarda yine elektrik tam olarak çözüm değil. Peki, burada konuyu nasıl çözeceğiz? Burada da hidrojen ve hidrojen bazlı diğer bileşikler veya hidrojen bizim ana çözüm kaynağımız olarak gözüküyor. Fakat burada daha da gidecek çok yol var.

2050 HEDEFLERİMİZE ULAŞMAK İÇİN KARBON YAKALAMA TEKNOLOJİSİNE DE İHTİYACIMIZ VAR

Biyoyakıtlar var ve tabii ki talep tarafına bakarsak enerji verimliliği çözümü ve orada altta tabi çok fazla teknolojik gelişme ve çözüm var, orası da önemli. Peki, yenilenebilire dönüştürdük, dönüştüremediğimizi hidrojenle besledik ama bizim 2050 hedeflerimize ulaşmak için ister istemez karbon yakalama teknolojisine de ihtiyacımız var. Hem arzda hem talepte her iki tarafı kapsayacak şekilde bir teknolojik çözüm olarak karşımızda duruyor. Genel büyük resmi bu şekilde çözmek mümkün ve bunu anlatırken şunu da özellikle vurgulamak istiyorum; biz hep enerji sektörü olarak arz tarafına fazlaca odaklanıyoruz ama tüketim tarafını uygun şekilde dönüştürmediğimiz takdirde bu dönüşümün yine başarılı olması mümkün değil. Biz teknoloji entegrasyonu görev gücü çalışmaları içerisinde bu ana omurgadaki yenilenebilir enerjiyi destekleyecek olan esneklik çözümlerine odaklandık. Enerji depolama çalışıyoruz. Diğer taraftan da geri kalan alanları çözecek olan hidrojen konusuna detaylı olarak bakıyoruz.