
“İstanbul’un Aydınlık 100’ü” sergisi, kentin elektrikle tanışmasından günümüze uzanan yolculuğunu Silahtarağa Arşivi’nden çıkan haritalar ve belgelerle gözler önüne seriyor. Serginin küratörü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Enerji Müzesi Müdürü Dr. Amed Gökçen ile bu tarihsel belleğin izini sürdük.
İstanbul’un kentleşme serüveni, sadece mimari ya da demografik değil; aynı zamanda enerjinin şekillendirdiği bir dönüşümün de hikâyesidir. Bugün Eyüp’te yer alan Silahtarağa Elektrik Fabrikası, 1914’ten itibaren şehri aydınlatmaya başlayan ilk enerji üretim tesisi olarak bu hikâyenin tam merkezinde yer alır. İstanbul Bilgi Üniversitesi bünyesindeki Enerji Müzesi ve Silahtarağa Arşivi, bu tarihsel sürecin belgelerini koruyarak kentin enerji hafızasını canlı tutuyor. Cumhuriyetin 100. yılına ithafen açılan “İstanbul’un Aydınlık 100’ü” sergisi de işte bu arşivden doğuyor. Biz de serginin mimarı, tarihçi ve akademisyen Dr. Amed Gökçen ile İstanbul’un elektrikle kurduğu ilişkinin toplumsal, kültürel ve siyasal boyutlarını konuştuk.
“OSMANLI’NIN VE CUMHURİYET TÜRKİYESİ’NİN İLK KENT ODAKLI ENERJİ ÜRETİM MERKEZİ”
İstanbul’un Aydınlık 100’ü sergisi, İstanbul’un elektrikle tanışmasından bugüne uzanan süreci gözler önüne seriyor. Sizce bu arşiv ve sergi, Türkiye enerji sektörünün belleği açısından nasıl bir değer taşıyor?
Silahtarağa Arşiv bünyesinde yer alan belge ve haritalar akademik yelpazenin neredeyse her alanına temas edecek, bu mecralarda yeni bir tartışma yaratacak, var olan açıklamalara kaynak oluşturacak bir özelliğe sahiptir. Silahtarağa Arşiv mahiyeti itibarıyla İstanbul’un aydınlatılma sürecindeki üretim ve dağıtım kayıtlarına dair neredeyse her türlü işlemlerin kayıtlarını içermektedir. İstanbul’un kentsel çehresinin büyüklüğü, siyasal ve ekonomik gücü göz önüne alındığında böylesi önemli bir şehrin denklemlerini doğrudan etkileyen bir fabrikaya (Silahtarağa Elektrik Fabrikası) ait her türlü yazılı, görsel ve işitsel kaynak özel bir öneme haiz olmaktadır. Bu sebeple Osmanlı’nın ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk kent odaklı enerji üretim merkezi olan Silahtarağa’ya ait arşiv, Türkiye enerji sektörünün ilk ayak seslerine ilişkin eşi benzeri olmayan bir kaynağı paylaşmaktadır.
İstanbul’un Aydınlık 100’ü Sergisi Silahtarağa Arşiv’in mevcut kapasitesinin inanılmaz küçük bir bölümünü meraklılarına sunmaktadır. Silahtarağa Arşiv olarak bu sergiyle İstanbul ve elektrik arasındaki koparılmaz ilişkinin 20. yüzyıla yayılmasının kısa bir özetini sunmaya çalıştık.
BİR ŞEHRİN ENERJİ İLE KABUK DEĞİŞTİRMESİ
20. yüzyıl boyunca İstanbul’un enerji altyapısındaki gelişim haritalarla belgelenmiş. Bu haritalar bugünün enerji planlaması, şehirleşme politikaları ve sürdürülebilirlik stratejileri için nasıl bir referans niteliği taşıyor?
Bu sorunun cevabını yıkılmaya yüz tutmuş Osmanlı bürokrasisinin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kesintisiz enerjiye karşı olan şüphelerinden, genç cumhuriyet kadrolarının elektrik ve onun sağlayacağı imkanlardan siyasal kazanç devşirme çabasından ve en nihayetinde 1950 sonrası İstanbul’un neredeyse yeniden şekillendirilmesi için yapılan imar faaliyetlerinden bağımsız bir şekilde vermek mümkün değil. 19. yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla şekillenmeye başlayan İstanbul’un hangi olanaklar çerçevesinde enerjiyle buluştuğu, başka bir ifadeyle İstanbul’un aydınlatılması için nelerin feda edildiği başlı başına tartışılması gereken bir konudur. Bir şehir nasıl kabuk değiştirir, nasıl şehrin ana karasındaki yaşam kalitesinin artırılması için denizi yok sayılır, nasıl enerji ihtiyacını karşılamak için kurulan fabrikanın can damarı olan kömür o şehirde ve yakın bölgelerde çıkarılamaz… gibi sorulara verilecek cevaplar kentleşme politikaları ve sürdürülebilirlik stratejileri için oldukça önemli kaynaklar oluşturacaktır.
Bugün karbon nötr hedefler ve enerji dönüşümü konuşulurken, Silahtarağa gibi fosil yakıtlı tesislerin tarihi bize ne anlatıyor? Bu tarihsel miras, enerji sektörünün dönüşüm sürecinde nasıl bir rol oynayabilir?
Bir önceki cevabıma benzer bir şekilde devam etmem gerekirse varlığını mali, idari ve askeri olarak korumaya, mevcut yapıları yenilemeye çalışan Osmanlı ve sonrasındaki cumhuriyet kadroları için atmosfere salınan karbondioksit miktarını dengede tutmak veya azaltmak gibi dert, tasa olmasa gerek. Bunu konuya ilişkin hiçbir kaydın tutulmamasından da anlamak mümkün. Elbette ki fabrikanın 110 yıl önce kurulmuş olduğunun ve o günün değer dünyasının farkında olarak bu denklemleri kurmak gerekir. Fakat fabrika nasıl ki oldukça gecikmeli bir biçimde inşa edilmişse, teknolojik gelişmeler ve bu çerçevede ortaya çıkan tartışmalara da dahil olmakta geç kalmıştır. Fabrika kurulduğu yıllarda Zonguldak’tan yüklenen kömür Haliç içlerine kadar aktarma yapmadan gelebiliyorken 1950 sonrası önce Kuruçeşme sonrasında ise Sütlüce’de kömür ambarları yapılmak zorunda kalındı. Fabrika kapandığı 1983 yılına kadar da böyle faaliyet gösterdi. Sadece kömür transferinin yarattığı denklemleri, taşınma alanlarını, çıkarıldığı yer ile kullanıldığı yer arasındaki mesafeyi konuşmak bile bize fazlasıyla tartışma başlığı verecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuştu12 Kasım 202416:07 Adana’daki iki maden sahası için ihale düzenlenecek12 Kasım 202409:14 İran-İsrail arasındaki ateşkesle düşüşe geçen petrol fiyatlarının ekonomiyi olumlu etkilemesi bekleniyor25 Haziran 202516:16 AB ülkeleri sanayilerine indirimli elektrik sunmaya hazırlanıyor25 Haziran 202516:15 TTB montaj işlemleri için son tarih 30 Haziran 202525 Haziran 202514:17 AB, gaz depolarına dair doluluk kurallarını gevşetiyor25 Haziran 202514:11 Günlük elektrik üretim ve tüketim verileri25 Haziran 202514:09