Türkiye, kömür kimyasallarımız ve gıdamız

Türkiye, kömür kimyasallarımız ve gıdamız

Değerli Okuyucularım,

Önceki yazımın sonunda “Dünyada neredeyse her ülkenin kömürü vardır. Asıl olan kömürü kaynaktan son kullanımına, yaşam döngüsünde insan ve gezegene mümkün en az etkilerle tüketmektir. Hep “Ülkemizde kömürün, termik santrallerin hikayesi kötü ve acı” derim. İçim yanar. İnsan kömür ve kömürü işlemeyi çok uzun süredir çok iyi bilmektedir. İş Sağlığı ve Güvenliği zorunlu ve öncelikli olarak kömürü havzasında işleyememenin hiç bir teknik mazereti, aması, fakatı hiç olamaz.  Kömürümüzün karbonu kimyasallarımızda, üremizde yerli katma değer ve istihdam yaratmalı” şeklinde değerlendirmemi sunmuştum.

Taşkömürüz ve linyitimiz var. 8 Kasım 1829 günü Bahriye erlerinden Uzun Mehmet tarafından Karadeniz Ereğlisi Köse Ağzı Değirmeni Viran Deresi boyunda taşkömürü bulunması ile ülkemizde kömürün hikayesi başladı. 1848’de havza sınırları belirlenerek Hazine-i Hassa adına taşkömürü işletmeciliği başlatıldı. Ülkemizde linyit madenciliği tarihsel gelişimine dair veri farklılıkları bulunmakta, 1850 sonrasında linyit keşif, ihale ve işletmeciliğinin başladığı belirtilmekte. Linyit yatakları 1861’deki ilk maden yönetmeliği kapsamına alınmış, Soma, Söke ve Nazilli’deki keşifler ardından Erzurum, Balıkesir, Amasya, Kütahya ve İstanbul’da üretimler başladı. 1872’de Orman ve Maadin Mektebi kuruldu. Okul kısa bir süre sonra kapandı. Osmanlı-Rus Savaşı ve 1. Dünya Savaşı boyunca linyit önemliydi. İngilizler, Ruslar ve Almanlar linyit havzalarımızdaydı. İstanbul Ağaçlı-Çiftalan Havzası’ndan Almanlar ihracat bile yaptı. Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruluşu ardından harika bir yasa var: Havza-i Fahmiyede Kömür Tozlarının Amele Menafi-i Umumiyesi Füruhtuna Dair Kanun (Kömür Tozlarının İşçi Yararına Satılması; 11 Mayıs 1921).

Cumhuriyet’in kurulmasıyla devlet merkezli gelişmelerde madencilik ve kömür öne çıktı. Ülkemizin kalkınmasına ilk mühim başlangıç kabul edilen Türkiye İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923) ile kömür havzalarının önemi ortaya koyulurken, milli kuruluşların yerli kömür kullanmalarının sağlanması, hatta tarım makinelerinin bu yakıtla işletilmesi, kömürlerin dış rekabete karşı korunması, zorunlu haller dışında enerji ihtiyacının yerli kaynaklardan, özellikle kömürden karşılanması vurgulandı. İlk meslek yüksek okulu, Yüksek Maden ve Sanayi Mektebi 1924’te Zonguldak’da kuruldu. Ancak kısa zaman sonra kapatıldı.

1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası amaçlarından biri maden yatırımları yaparak işletimlerini üstlenmekti. Madencilik sektöründe finans işlevi göreceği ve elektrik enerjisi üretimine destek olacağı öngörülerek Etibank 1935’te kuruldu. Başvekâlet Umumi Murakabe Heyeti tarafından hazırlanan 1939 yılına ait raporda Etibank’ın kuruluş amaçlarından birinin “ekonomik bağımsızlık” olduğu vurgusu da yapılmıştı. İthal edilen tüketim mallarının, yurt içinde üretiminin sağlanması temel hedefli Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1934-1938) maden işletimi, tekstil, kâğıt, kimya ile çimento sektörlerine odaklı bir yatırım programı idi. Dokuma sanayi öne çıkıyordu. İlkine göre daha ayrıntılı hazırlanan İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1938-1942) ile madencilik, elektrik santralleri, yakacak, tarım, gıda, kimya, makine ve denizcilik sanayi alanlarında kurulması gereken tesisler, yapılacak yatırımların bedelleri belirtilerek, ithalatı karşılayabilmek için ithal ikamesinden çok ihracatı artırmaya ağırlık verilmişti (Bengü Doğangün Yasa, 2019).

İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda, enerji ve kömürden sentetik benzin üretimi vardı. İthal akaryakıt ile kömürümüzden sıvı yakıt üretimi maliyeti karşılaştırıldı. Ve Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk “Memlekette sentetik benzin üretimi halinde, maliyet ithal edilen fiyatın üç, dört misli olacağından, bir iktisadi meseleden öte milli müdafaa konusudur” dedi. Bu maliyet karşılaştırması bugün de güncel adı ile Fischer-Tropsch (FT) yakıtları için gerçekçi. Bu mühim cümleleri günümüze iz düşürürsek yerli kaynak önemi ve enerji üçlü sarmalı (Enerji Güvenliği; Enerji Adaleti; Çevresel Sürdürülebilirlik) için direncimiz ortaya çıkar. İthal petrolün motorini, benzini, jet yakıtı mı? Kömürümüzün FT Benzini, FT Motorini FT Jet Yakıtı mı? Ne deriz hep. Yerlilik ve çeşitlendirme gerek.

Devletin linyit işletmeciliği 1938 yılında Etibank’a bağlı olarak Değirmisaz’da başladı. 1939’da Tunçbilek ve Soma İşletmeleri faaliyete geçti. Bu üç işletme 1940 yılında Mahdut Mes’uliyetli Garp Linyitleri (GLİ) İşletmesi oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesi 1953’te öğretime başladı. 1954’te Tunçbilek Termik Santrali üretime başlarken, Seyitömer Linyit İşletmesi linyitleri için Kütahya Azot Fabrikası kuruldu. 1961’de nitrik asit ve amonyum nitrat üretimi başladı. Bu tesisi 1981 yılı yazında, öğrenciliğimdeki teknik gezimizde gördüm. Ders kitabı gibiydi biz kimya mühendisi adayları için. 1987 yılında Kütahya Gübre Sanayi adını alan tesis 2004 yılında özelleştirildi.

TÜBİTAK 1007 Programı kapsamında desteklenen ve TKİ’nin müşteri kurum olarak yer aldığı TRIJEN adlı projenin ilk aşamasında Soma’da kurulan 1,1 MW termal kapasiteli gazlaştırma teknolojisi ile kömürden sentez gazı, sentez gazından FT Sentezi ile motor yakıtı, vaks ile elektrik üretilerek araç motor testleri yapıldı (15 Haziran 2010- 15 Haziran 2016). Halen tüm alt üniteleriyle entegre halde çalışabilir pilot tesis, ülkemizin farklı özelliklere sahip kömürleri (Soma, Çan, Tunçbilek, Saray, Afşin) ile 8000 saatin üzerinde işletildi. 15 Mart 2020’de biten projenin ikinci aşamasında 50 MW termal kapasiteli öncü tesis için tasarım dosyası hazırlanıp fizibilite yapılarak, teknik yetkinlik kazanıldı ve en önemlisi teknolojik ürün/bilgi paketleri elde edildi. Ne harika değil mi? Projenin çıktıları kömür kimyasalları, amonyak ve üre için ticari olarak kritik ve mühim. Sanayicimizin önünde yeni fırsatlar duruyor. Değerlendirmeyi bilmemiz gerek. Dünyada olagelenleri sıkı takip etmek gerek.

Bugün kömürümüzün karbon ve hidrojeni kimyasallara, gübreye dönüşmüyor. Kömürümüzün hidrojeni ile havamızın azotu, amonyak, ardından üre ve gübrelerde katma değer kazanamıyor. Organik kimyasal ve üre ithalatçısı bir ülkeyiz. Kimya endüstrimiz için linyitimiz kıymetli yerli ham maddemiz. Unutmayalım ki bir yandan Karbon Tutma ve Depolama (CCS) ve Karbon Tutma, Kullanım ve Depolama (CCUS) teknik çözümleri hızla ilerliyor. Endüstriyel ticari çözümler başarıldığında kömürü için kurulu yapılanması olanlar kazanacak. Bunu hiç unutmayalım. O vakitler geldiğinde hadi biz de linyitimizi CCS ve CCUS ile değerlendirelim ve yapalım demek hızlı ve kolay hiç olamaz. Kritik husus bu. Göz ardı edemeyiz. Kömürümüz yeraltında beklesin diyenleri duyar gibiyim. Olmaz. Geç kalmayalım.

Hidrojen Ekonomisi ve Amonyak Ekonomisi önümüzde. Yenilenebilir kaynak potansiyelimiz gayet tabii ki bu yolda öncelikli. Benim akademik yolum da burada. Güneşimiz, rüzgarımız, biyokütlemiz ve su gücümüz bizim. Yeşil hidrojen hem enerji sektörüne hem de kimya sektörüne orta vadede yetmez.Yetemez. Gerçekçi olalım. Ancak ithal doğal gaz mı? Kömürümüzün gazlaştırılması mı? diye de bir durup iyice düşünmek gerek. Kahverengi hidrojen de bizimdir. Kömürümüzden elde edeceğimiz amonyak ve metan da bizimdir. Bizim de Entegre Gazlaştırma Kombine Çevrimi (IGCC) tesislerimiz olmalı. Dünya coştu. Bizim hidrokarbonumuz kömürün vakti. Mevcut en temiz teknoloji ile insan ve doğa dostu kömür kimyasallarımız, üremiz, gübremiz olmalı. Yaşam döngüsü boyunca çevresel etkileri en az kömür rafinerilerimiz olabilir. Neden olmasın?

Çok basit düşünelim. Organik kimyasalda karbon ve hidrojen olmalı. Bize hidrokarbon gerek. İkisi bir arada kömür, petrol ve doğal gazda var. Sadece biyokütle yenilenebilir bir hidrokarbon. Biyokütleden biyokimyasal, biyoyakıt ve biyomalzeme üretimi kendi yolunda başka değişkenlerle, vazgeçilemez alanlar için biyojenik karbonun gücü ile biyorafinerilerde ilerliyor. Demek ki bize, bizim kömürümüz, bizim kömür rafinerilerimiz gerek. Kömür sadece “Yakacak” değildir. Kömür “Yapacak”, kimya endüstrisinin mühim girdisidir. Unutmayalım.

Enerji değişmek için dönüşürken, endüstri yeşil, dijital ve döngüsel dönüşümde ilerlerken, linyitimizin karbonu ve hidrojeni tarımımızda, gıdamızda, envai çeşit kimyasal ve üründe bizimle olsun. Kömürümüz bize Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün TKİ’nin kapısındaki “Kömür Türkiye’yi İhya Edecek Bir Servettir” vecizesi ile emanetidir. Kömürümüzü konuşup, yazmaktan korkmayalım. Araştırma grubumda ileri nesil biyoyakıtlar, biyogüç için Ekotasarım ve Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi çalışıp kalemimle sivil aktivist olarak sürdürülebilir yaşam için uğraş veriyorum. Ancak kömürümüz gerçeğimiz. Biliyorum. Linyitimizin kimya endüstrimizde en küçük moleküllü kömür kimyasalı olan metanole, hidrojene, FT Benzini, FT Motorini, FT Jet Yakıtı’na dönüştüğünü ahir hayatımda görmek istiyorum. Tabii ki teknik bir şerhim var: Mevcut en temiz teknoloji ile en iyi karbon yönetimini gerçekleştirerek. Karbonu en iyi yönetmek, iklim değişikliği ile mücadele insan ve doğa için öncelikli görevimiz.

Bu görevimizden yola çıkarak sizleri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı himayelerinde tescilli yeşil yerleşkemizde, İTÜ’de yapacağımız VIII. İstanbul Karbon Zirvesi’ne davet ediyorum. “İklim Dirençli Sanayi ve Güçlü Türkiye” diyerek iş dünyası, resmi erk, yerel yönetimler, sivil toplum, akademi ve medya 2 Mayıs 2023’te bir araya gelecek. Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği 2023 Küçük Karbon Kahramanı Ödülü ile 2023 Düşük Karbon Kahramanı Ödülü takdimimiz de olacak. Buyurunuz.

Enerjinize, çevrenize ve ikliminize iyi bakınız değerli okuyucularım.