Doğu Akdeniz ve enerji denklemi

Petrolün ekonomik hayatın bir parçası olması ile özellikle 20. yüzyılın belirleyici etkeni petrol jeopolitiği olmuştur. Temelinde bakıldığında 21. yüzyıla da sirayet eden bu döngü, neredeyse tüm savaşların temelinde yatan kavga enerjiye bağlı gibi. Özellikle Ortadoğu coğrafyası, Osmanlı sonrası ya da petrol dönemi ile farklı bir çalkantılı döneme girmiş oldu.

Görünüşte bunun durmasını öngören bir politika ya da irade gözükmüyor. Dolayısı ile enerjinin cinsi değişse de hem bu kavga hem de galiba bu bakımdan Ortadoğu’nun duruşu değişmeyecek. Yüzyılın sonlarına doğru daha stratejik bir ürün haline gelen doğalgaz ile son yıllarda stratejik önemi nisbi olarak artan elektrik, petrol ile birlikte yine uluslararası çekişmelerin altyapısında yer alacak gibi gözüküyor. Özellikle hem ABD’nin hem de İsrail’in enerji üreticisi ve ihracatçısı durumuna geliyor gibi gözükmeleri yeni dönemin sinyalleri açısından önemli.

Tam da bu nokta da hem bloğun diğer tarafına, yani Rusya, Çin ve İran ile bu blokların ortasında yer alan ve enerji ithalatçısı olan Türkiye’nin durumuna bakınca işler daha da karmaşıklaşıyor.

Türkiye 90’lardan itibaren artan doğalgaz kullanımı ile üretici komşularının en önemli ticari paydaşı haline geldi. Zira özellikle Rusya, Azerbaycan ve İran ile birlikte diğer boru hattı harici alımlarında kurulan ortaklıklarda birkaç istisna dışında gerek alıcı gerekse satıcı taraflar birbirlerine olan güveni önemli ölçüde tesis ettiler ve sürdürüyorlar.

Bu sırada Doğu Akdeniz ve ABD’nin oyununun parçası olması bu bakımdan dengeleri sarsma potansiyeline sahip gibi gözüküyordu. Ancak konunun yine iki yönü var bakılması gereken;

• Ekonomik olarak enerji ticareti yönü

• Siyasi ve egemenlik hakları bakımından Doğu Akdeniz jeopolitiği

Bu nedenle, Güney Kıbrıs’ın tüm garabetine rağmen AB üyesi yapılması ile tetiklenen sürecin sonucunda gelinen bu noktada Doğu Akdeniz’deki arama faaliyetleri Türkiye açısından ekonomik olmak zorunda değildir ancak elzemdir. Zira AB de konuya bu şeklide yaklaşarak tersinden ekonomik sonuçları için siyasi manevra yapmıştır. Konunun bu boyutunun aynen EGE’de olduğu gibi uzun yıllar devam edeceği öngörülebilir ancak Türkiye sanırım burada bir oldu-bittiye göz yummayacaktır.

Diğer taraftan İsrail’in geliştirdiği sahalardan çıkacak doğal gaz konusu da salt ekonomik olmasa da yine de nispeten bu denklemin dışında düşünülebilir. Bu gazın Kıbrıs üzerinden pazarlanması ya da yeni boru hatları ile Avrupa’ya ulaştırılması konuları için binlerce farklı yorum yapılıyor. Ancak temelinde konu eğer Türkiye’yi dışlayacak bir formül olsaydı, çözümü basit olurdu. Bu boyutta stratejik hareketler için boru hattı vs. maliyetleri çok da büyük sayılmaz (bkz. Türk Akım).

Ancak, özelikle İsrail gazının PR faaliyetini yürütenlerin temel argümanı, gazın Türkiye’ye gelmesi ve bunun için de uzun dönemli bir alım kontratı verilmesi. Oysa aynı PR kampanyasının bir başka parçası, Avrupa için ABD gazını öne çıkarırken kullandıkları argüman olarak, ABD gazı ile Rusya’nın fiyatına baskı unsuru olmasını öne çıkarıyor. Yani Türkiye İsrail gazını bu şeklide kullanamasın, alım garantisi versin ama Avrupa için farklı bir tavsiye.

Dolayısı ile zaten argümanın arkasında yatan mantalite açısından da Türkiye’nin yapması gereken çok net;

• Siyasi, askeri ve ekonomik nedenlerden dolayı Doğu Akdeniz sondaj ve arama faaliyetleri devam edecek ve bu denklemin önemli bir parçası olarak konumunu – hiç geri adım atmadan – koruyacak,

• Kendi sınırları içerinde şeffaf, öngörülebilir ve güvenilir bir pazar yapısı kurarak ve bölgedeki tüm enerji alıcı ve satıcılarının burada güvenle ticaretini sağlamak,

• Emtianın emtia ile rekabetini sağlamak ve bu konuda devleti kullanarak imtiyazlar sağlamadan serbest piyasada ticaretini, ithalat ve ihracatını güvence altına almak.

Bu hiç bir tarafın itiraz edemeyeceği bir model kurgusu ile hem ticaretin hem de ilişkilerin uzun dönemde sürdürülebilir olmasını sağlayacak yegane yöntem olarak gözüküyor.