Fatih Keresteci ve Soli Özel’in sunumlarına büyük ilgi gösterildi

14.Türkiye Enerji Zirvesi’nin sunumlarının arasında en çok beklenen ve katılımcıların yoğun ilgisiyle geçen sunumlar, Ekonomist Fatih Keresteci’nin ‘Türkiye ve Dünya Ekonomisinde Son Gelişmeler’ sunumu ve Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Soli Özel’in zirvenin ana temasını anlattığı ‘Geleceğin Enerjisi, Enerjinin Ekonomisi’ sunumuydu.

Fatih Keresteci ve Soli Özel’in sunumlarına büyük ilgi gösterildi
Petroturk | Enerji Haberleri
  • Yayınlanma19 Aralık 2024 15:10

14.Türkiye Enerji Zirvesi’nin sunumlarının arasında en çok beklenen ve katılımcıların yoğun ilgisiyle geçen sunumlar, Ekonomist Fatih Keresteci’nin ‘Türkiye ve Dünya Ekonomisinde Son Gelişmeler’ sunumu ve Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Soli Özel’in zirvenin ana temasını anlattığı ‘Geleceğin Enerjisi, Enerjinin Ekonomisi’ sunumuydu.


Geleceğin Enerjisi, Enerjinin Ekonomisi

Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Soli Özel

Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Soli Özel

‘Küreselleşmenin diyalektiğini batı dünyası kavrayamadı’

Batı ve özellikle ABD hegemonyası zayıflıyor. Bizim gibi her halının altından Amerika’nın bir komplosunun çıkacağını düşünen bir ülke açısından rahatlatıcı bir analiz değil bu. Bu duruma nasıl vardık derseniz, soğuk savaş bittikten sonra Amerika’nın her konuda, siyasi, ekonomik, askeri olarak eline su dökülmeyecek bir güce sahip olduğu tek kutuplu bir dünya vardı. Bana göre 2000’den itibaren ABD’nin yaptığı bir dizi hata, bu hegemonyanın zayıflamasına yol açtı. Ayrıca da küreselleşme sürecinin diyalektiğini batı dünyası pek kavrayamadı. Çok teşvik ettikleri o ekonomik model, buna uyum sağlamayı beceren farklı ülkelerin zenginleşmesinin önünü açtı. Burada bana göre eşik nokta, Çin’in hazır olmadığı bilindiği halde dünya ticaret örgütüne üye yapılmasıydı. Çin dünya ticaret örgütüne üye yapıldığında, dünya ekonomisindeki payı yaklaşık olarak yüzde 3,5-4,5 civarındaydı. 2008’de batının hakikaten meşruiyetini çok yitirmesine sebep olan finansal kriz geldiğinde, topu topu 7 sene içinde, Çin’in dünya ekonomisindeki payı yüzde 13’e çıkmıştı, bugün de yüzde 18-19 civarında. Dolayısıyla bir kere Asya’nın yükselişine tanık oldu, Çin’in başı çektiği bir şekilde. Şimdi o Asya giderek kendi içinde daha fazla ticaret yapar hale geldi. Merkezle ticarete bağlı olarak ekonomilerini sürdürmüyorlar artık sadece. 2003 Irak işgali, herhalde dünya tarihinde çok güçlü olan bir ülkenin kendi ayağına mitralyözle sıkmış olmasının bir örneğidir. Amerika Birleşik Devletleri kendi kurmuş olduğu kurumların kurallarını ihlal etti, tek taraflı hareket etti ve hepsinden de kötüsü, başarısız oldu. Ardından 2008 finans krizi geldi, en sonunda da Trump’ın seçilmesi. Hem kişiliğinin dünyada nasıl algılandığıyla ilgili bir şeydi hem de Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin imzasını koyduğu üç önemli anlaşmadan çekilmesi, Amerika’nın ne kadar güvenilir bir ülke olduğu konusundaki soruları canlandırdı. Şunu söyleyeyim, bu Trump döneminin bence yansıttığı dünya görüşü ki Bush döneminde başladı bu; Amerika Birleşik Devletleri kendi kurmuş olduğu sistemin kendisini kısıtlayıcı kurallarından kurtulmak için çok hevesli ve Trump bunu en aşırı şekilde temsil eden güç. Tek taraflılıktan yana, bir ölçüde içe kapanmacılıktan yana ama Amerika’nın hegemon güç olarak yüklenmiş olduğu sorumlulukları da artık taşımaması gerektiğini düşünüyor. Avrupa, bu bağlamda en sıkıntılı olan yer. Şu anda Türkiye’nin hem kuzeyini hem güneyini yakan iki savaştan da en ağır şekilde etkilenecek olan yer. Ekonomik olarak eriyor. Avrupa’nın bundan 30 yıl önce dünya ekonomisindeki payı yüzde 28,7 gibiyken, geçtiğimiz yıl itibarıyla dünya ekonomisindeki payı yüzde 14,4’e düşmüş. Yaşlanan bir toplum, üretmiyor, tüketmiyor, bazı konularda da geç kaldı. Almanya’nın kurmuş olduğu düzende, Rusya’dan ucuz enerji alınacak, mallar da Çin’e satılacaktı. Lakin COVID’in ardından Rusya’nın Ukrayna işgaliyle bu durum çöktü ve hem ekonomik hem güvenlik açısından Avrupa’nın kendisi için kurmuş olduğu mimari de tuzla buz oldu. Buna bir de Trump olsa da olmasa da gerçekleşmesi beklenen ama Trump geldiği için hızlanmış olan, Amerika’nın pek çok nedenle artık Avrupa’dan ufak ufak uzaklaşması, tamamen çekilmesi değil ve tüm gücüyle asıl kendisi için önemli olan pasifik havzasına, Asya’ya yönelmesi eklendi. Bölgesel güçler yükseliyor ve asimetrik çok kutupluluk diye tanımladığım bir döneme geliyoruz. Türkiye gibi, Endonezya, Brezilya gibi güçler geçmişe göre daha etkili olabiliyor. Fakat bu asimetrik çok kutupluluk ve bugünkü belirsizlik ya da gücün nasıl dağıldığı belli olduğunda, herkes bir şekilde bir saf da seçmek zorunda kalacak. Türkiye’de yerel seçimler, kimsenin beklemediği şekilde sonuçlandı. Hindistan seçimleri kadar da önemli ve tahlil edilmesi gereken bir şeydi. Batılılar buna bana göre yeterince dikkat çekmediler. Şimdi Trump’ın seçilmesi, aslında bitmiş olan bir dönemden yeni bir döneme geçildiğini gösteriyor. Amerikan sistemi içinde bundan önce iki kez bir siyasi düzen veyahut da siyaset biliminde yeniden mevzilenme adı verilen koalisyon gerçekleşti. Bu şu demektir; orada bir çerçeve oluşur, Cumhuriyetçi mi seçildi, Demokrat mı seçildi, bunun çok da önemi yoktur. Bunlardan birincisi, 1930’lu yıllarda Büyük Buhran sırasında başkan Roosevelt’in kurmuş olduğu yeni mutabakat düzenidir. O düzen kuzeydeki siyah işçilerle güneydeki ırkçı çiftçileri aynı koalisyonun içine alıp, izlediği politikalarla bunların hepsini teşvik edip, sermayelerde yeni şirketleri teşvik eden, gelir dağılımı konusunda o güne kadar görülmemiş bir eşitlikçilik peşinde koşan ve savaş sonrasında da devletin ekonomide daha hakim olması ve piyasalara müdahale etmesini savunan bir düzendi. Bu 1970’lerde krize girdi. 1980’de Reagan’ın seçimleri kazanmasıyla, evvelce bu düzeni destekleyen toplumsal kesimlerin, özellikle mavi yakalı bölümü, Cumhuriyetçilere doğru kaydı ve o döneme de biz bugün neoliberal dönem diyoruz. Neoliberal dönem, 2008’de yaşanmış olan krizle birlikte çok sarsıldı fakat temel ilkeleri olan sermayenin istediği kadar hareket edebilmesi, ticaretin giderek daha fazla serbestleşmesi, gider dağılımına önem verilmemesi, göçmen gelişinin sınırlamaya tabi olmaması gibi özelliklerini büyük ölçüde korudu, ta ki 2010’ların ortasında göçten kaynaklanan sorunlar nedeniyle ve özellikle mavi yakalıların maddi olarak zemin kaybetmeleri neticesinde gelişmiş ülkelerde, büyük bir tepkinin patlamasına kadar.


Türkiye ve Dünya Ekonomisinde Son Gelişmeler

Ekonomist Fatih Keresteci

Ekonomist Fatih Keresteci

 ‘Faiz doğru zaman ve dozda kullanıldığında faydalı olabilir’

İki yıl önce, “mala bağlıyoruz” demiştik. O dönemde parayı ve kafayı mala bağladık ve oldukça iyi bir dönem geçirdik. Geçen yıl ise “nakit kraldır” demiştik. Bu yıl ise küresel bir slogan var: “Pahalı kalitesizlik”. Fiyatlar artıyor, ancak kalite maalesef düşüyor. Bu belki pandemi sonrası ortaya çıkan bir olgu. Bunu da değerlendireceğiz, ama küresel anlamda yaptığımız analizlerde bu durumu mutlaka göz önünde bulundurmamız gerektiğini düşünüyorum. Türkiye ekonomisi hakkında konuşacak olursak, ekonomi iyi mi, kötü mü? Ben rahmetli Demirel’in sözünü çok severim; “Tek kelimeyle anlatmamı isterseniz ‘İyidir’, iki kelimeyle anlat deseydiniz, ‘İyi değil’ derim” derdi. Ama doğru politika önlemleriyle sorunları çözmeye doğru ilerliyoruz. Öncelikle bunun adını koymakta fayda var. İkinci olarak, “Türkiye batar mı?” diyorlardı. Yine rahmetli Demirel’e atıfta bulunarak şunu söylerdim, “Türkiye gemi mi ki batsın?” Evet, ekonomik sıkıntılar zorlayabilir, ama Türkiye’nin bu zorlukları aşacak gücü var.

“YENİ EKONOMİ YÖNETİMİYLE BİRLİKTE BİR REHABİLİTASYON SÜRECİ BAŞLATILDI”

Peki, nasıl bir strateji izlemeliyiz? Çok hızlı değişen bir dünyayla karşı karşıyayız. Eskiden aritmetik bir değişim vardı, şimdi ise geometrik bir değişim söz konusu. Strateji belirlerken, şunu unutmayalım: “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulamaz.” Yani, yarının stratejisini yaparken, yarının güneşini tahmin etmeye çalışmalıyız. 2023’ün ikinci yarısına baktığımızda, Türkiye ekonomisi, zorlu bir dönemden geçiyordu. Yeni ekonomi yönetimiyle birlikte bir rehabilitasyon süreci başlatıldı. Bu, hastaneye yatmış bir hasta gibi düşünülebilir. Bir doktor heyeti geliyor, göstergelere bakıyor ve bir tedavi süreci başlatıyor. Bu tedavi üç aşamalıydı. İlk aşama, hastayı yoğun bakımdan çıkarıp servise almak gibiydi. Bunu başarmak için neler yapıldı? Birincisi, rezerv seviyeleri iyileştirildi. Geçen yıl merkez bankasının net döviz pozisyonu eksi 75 milyar dolar civarındaydı. Bugün ise artı 45 milyar dolar. Bu seviyeler hem iç hem de dış piyasalar için yeterli. İkinci adımda, faiz oranlarıyla rezervi artırmaya çalıştık. Faiz, bir ilaçtır. İlacı zehirden ayıran en temel özellik, dozajıdır. Faiz bir zehirdir, ama doğru zamanda ve doğru dozda kullanıldığında faydalı olabilir. Bunu doğru bir şekilde uyguladık ve başarılı olduk. Üçüncü adımda ise Türk lirasına güveni artırdık. Geçtiğimiz yıl, hane halkının ve şirketlerin mevduatlarının yüzde 75’i dövize endeksliydi. Şu an ise döviz payı yüzde 42’ye düştü. Bu da önemli bir başarıdır. Ayrıca, finansal piyasalarda da önemli bir istikrar sağlandı.

İkinci aşamaya geçtiğimizde, hastayı servise çıkardık ve onun tıbbi göstergelerini stabil hale getirmeye çalıştık. Bu noktada en büyük mücadelemiz enflasyonla oldu. Yine Demirel’in bir sözü vardı, “Enflasyon bir toplum düşmanıdır, hırsızdır, cebimizdeki parayı farkında olmadan çalar.” Enflasyonun yarattığı tahribat, toplumsal anlamda da büyük bir sorun oluşturuyor. Ancak bu noktada geçmişle bu dönemi ayıran önemli bir fark var; 2021-2023 arasında Türkiye, hiperenflasyonla karşı karşıya kaldı. Yani, çok kısa sürede yüksek enflasyon rakamlarıyla mücadele ettik. Yeni ekonomi yönetimi yalnızca enflasyonu düşürmeye çalışmıyor, aynı zamanda enflasyonun yarattığı tahribatı da ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bunun için dört temel ilaç var: faiz, disiplinli kamu maliyesi, yapısal reformlar, fiyatlara yönelik düzenlemeler. Bunların hepsi bir arada kullanılmazsa enflasyonu kontrol etmekte zorlanabiliriz. Faiz indirimi konusu ise önemli bir tartışma. Geçtiğimiz haftalarda faiz indirimi sinyali verildi. Kamuoyunda bu konuda farklı tepkiler var. Ancak ben uzun süredir merkez bankasının faiz indirmesini savunuyorum. Faiz yüksek olduğunda reel sektör zorlanıyor. Türkiye’de zaman zaman yüksek faiz de enflasyon yaratabiliyor. Bu yüzden faiz indirimine gitmek önemli bir adım olacaktır. Ancak bunu doğru bir şekilde yapmalı ve yatırımcıları ikna etmeliyiz. Reel sektörde ise bazı sıkıntılar var. Sanayi üretimi üç yıldır durağan, iş dünyası da zorluklar yaşıyor. Türk lirasının reel anlamda değer kazanması, ihracatçıları zor durumda bırakıyor. Bu, pandemi ve 2008 krizinden bu yana gördüğümüz en kötü durum. 2025 yılı için ise bazı öngörülerim var. Reel sektörün 2025’in ilk yarısında bazı sorunlarla karşılaşması muhtemel. Ancak doğru stratejilerle bu sorunlar aşılabilir. Enflasyonla mücadelede biraz daha yol alacağız ve faiz indirimlerinin ardından ekonomi normalleşmeye başlayacak. Küresel gelişmelere bakacak olursak, Trump’ın tekrar seçilmesiyle küreselleşme daha da gerileyebilir. Bunun yerine yerel üretim, dost ülkelerle ticaret ve ülke içindeki üretimle ilgili politikalar ön plana çıkacak. Türkiye, bu dönemde Doğu ve Batı arasında bir köprü görevi görebilecek avantajlı bir konumda. Küresel ekonomik değişim, Türkiye için fırsatlar da sunabilir. Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi şu an için zorluklarla karşı karşıya ama doğru stratejilerle bu süreç aşılabilir. Yüksek enflasyon dönemi, tüketimi artırıyor ve ekonomiyi şekillendiriyor. Türkiye, dinamik ve genç bir nüfusla bu zorlukları aşabilecek potansiyele sahip. Geleceğe dair iyimser olmamız için hala çok nedenimiz var.