‘2024 önümüzdeki dönemde nasıl bir dünyada yaşayacağımız konusunda belirleyici bir yıl olabilir’

13. Türkiye Enerji Zivesi’nin ilk günü Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Görevlisi Soli Özel, Zirve’nin de ana teması olan ‘Barış İçin Enerji’ konulu bir sunum yaptı.

Durumlar benim tahmin ettiğimden daha çabuk bir şekilde daha beter hale gelmiş. Özellikle 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’in içine girerek yaptığı eylem sonucunda ortaya çıkan bu yeni savaş ki devam ediyor, pek çok konuda da olayların hızlanmasına yol açtı. 2024 gerçekten de önümüzdeki dönemde nasıl bir dünyada yaşayacağımız konusunda çok belirleyici bir yıl olabilir. Türkiye’deyiz ve Türkiye yüzyılından bahsetmek zorundayız ama açıkçası bana öyle geliyor ki bu yaşadığımız yüzyıl daha çok Asya’nın yüzyılı olacak. Ben öğrenciyken İsveçli bir iktisatçının Asya’nın Dramı adında çok önemli bir kitabı vardı. Ben o zaman daha üniversitede değildim ama 60’lı-70’li yılların başında, Asya’nın dünya ekonomisinin dinamosu haline geleceğini, Çin’in Amerika Birleşik Devletleri karşısında bu kadar büyük bir güç haline geleceğini pek de tahmin edemiyorlardı. Bu aynı zamanda dünyadaki gücün merkezinin Kuzey Atlantik’ten, yani Avrupa ve Kuzey Amerika’dan Asya tarafına doğru kaymakta olduğunu gösteriyor. Bu da tarihte çok ender rastlanan bir dönüşüm ya da kırılma anına tekabül ediyor.

Batı’nın dünya üzerinde kurmuş olduğu 350-400 yıllık hakimiyet ister istemez devran da döndüğü için zayıflamaya başladı. Dünyayı disipline edebilecek olan bir güç yok. Amerika eskisi kadar güçlü değil. İmparatorluk İngiltere’si döneminde değiliz. Çin henüz bir dünya düzenini oturtacak ya da onun kurallarını belirleyebilecek kapasiteye sahip değil. Çok değil bundan 30 sene önce tek kutuplu bir dünyadan bahsettik. Amerika Birleşik Devletleri soğuk savaştan çok güçlü çıkmıştı. Ekonomik, askeri ve siyasi olarak son derece güçlüydü. Kendi değerlerinin, batı sisteminin ya da değerlerinin dünya değerleri olduğunu iddia edebiliyordu. Aşağı yukarı 15 yıl boyunca da bütün dünya Amerika’nın kurgulamış olduğu şekilde bu çerçevenin içinde yer almak için harekete geçti. Sonunda ABD tabiri caizse kendi yaptığı hatalarla ayağına kurşun sıkmış oldu. Bunlardan birisi; ekonomik olarak Çin’in hazır olmadığı halde dünya ticaret örgütüne kabul edilmesiydi. İkinci büyük hatası da kendi hegemonyasını sürdürebilme bakımından Irak işgaliydi. Amerikalılar başarısız oldular. Ardından Trump’ın seçilmesiyle bizim 1990- 2000’li yıllarda tam görmediğimiz ama geriye dönüp bakıldığında anlaşılan Amerika’da alttan alta kaynayan öfkenin patladığına tanık olduk ve ABD’yi yöneten seçkinlerin bir bölümü toplum tarafından reddedilirken, diğer bir bölümüyse iyiden iyiye ‘Amerikan değerleri’ diye tanıtılmış olan demokratik değerlerden uzaklaşmaya başladılar -bugünkü cumhuriyetçi partide olduğu gibi. Şimdi de Gazze’yle birlikte Joe Biden döneminde restore edilmeye çalışılan Amerikan imajı ve genel olarak batı sisteminin iddiaları fena halde ağır yaralandı diye düşünüyorum.

Çin batının kurgulamış olduğu ekonomik sistem içinde o sistemi kendi çıkarları için gayet iyi kullanarak büyüdü. 40 yıl içinde dünya ekonomisinin yüzde 1’i-1,5’u olmaktan yüzde 19’u olmaya geçti. Fakat son gelişmeler, cari rakamlarla hesaplandığı takdirde Çin’in belki de hiçbir zaman dünyanın en büyük ekonomisini olamayacağını söylüyor.

 Avrupa ise durduğu yerde ekonomik olarak eriyor. Son 2 yıla kadar Çin’in büyümesi Japonya ve Avrupa’nın eksilmesine tekabül ediyordu. Şimdi Çin’in büyümesi eski düzeylerde değil. Japonya kendini toparlayabilecek gibi gözüküyor ama her şeye rağmen Avrupa dünya ekonomisi içinde şu anda daha düşük bir paya sahip. Batı dünyası için önümüzdeki dönemin en önemli sorunu borç yükü. ABD’nin kamu borcuyla, özel şahısların borcu gayrisafi milli hasılasının yüzde 300’ü.

ABD gücünü giderek daha fazla Asya’ya çeviriyor, çünkü rakip orada. Kendisi hem bir Atlas Okyanusu gücü hem de bir Pasifik Okyanusu gücü olduğu için de Pasifik Okyanusundaki ülkelerle Çin’i çevreleyecek şekilde yeni iş birlikleri, stratejik ortaklıklar kuruyor.

Dünya düzeni içindeki kurumlar müthiş zayıfladılar, meşruiyetlerini yitirdiler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi çalışmıyor yeni yükselmekte olan güçlerinse kapasiteleri henüz düzen kuracak düzeye gelmiş değil.

2024 neler getiriyor derseniz iyi haberler veremeyeceğim. Bence istikrarsızlık yayılıyor. Dünyanın her yerinde şiddet, devlet otoritesinin çökmesi ve artan otoriterlik var.  Otoriterlik her yerde artıyor da uluslararası kurumlarda işlemiyor, bu yıl 1 Ocak’tan itibaren dünyada 70 üzerinde seçim yapılacak. 4,2 milyar insan seçime gidecek. Bunların bir kısmı ‘alem alışverişte görsün seçimleri’ tarzında olsa da, içlerinde çok önemli, sonuçları itibariyle dünyayı etkileyecek seçimler var. Bence yeni bir dünya düzeninin kurulmasına doğru atılmış en önemli adımlardan birisi 2 yıl önce OECD ülkelerinin kabul etmiş oldukları ‘ulus aşırı şirketlerin hepsinin en az yüzde 15 vergi ödemek zorunda’ kalmalarını kurala bağlayan karardı. Uluslararası şirketler 1 Ocak’tan itibaren, farklı ülkelerde, farklı vergilendirme olduğu için kendi çıkarlarına en uygun hareket etme serbestliğini yitirmiş olacaklar ve en az yüzde 15 vergi ödemeleri gerekecek. Bu çok önemli, çünkü geçtiğimiz 40 yılın hikayesi, sermayenin özellikle büyük sermayenin vergi ödememesi, kamu harcamalarına katkıda bulunmaması vs. şeklindeydi ve bu da devletleri zayıflattığı için popülist tepkinin önemli sebeplerinden birisiydi.

Bence önemli olan seçimler var. Öncelikle Ocak ayında Tayvan’da seçimler var. Dünya savaşı Ortadoğu’dan çıkmaz ama Tayvan’dan çıkabilir.  Ukrayna savaşının gidişatı da tabi bu olup bitenlerden çok etkilenecek. Amerikan kongresinde Ukrayna’ya yardımın azaltılması ya da kesilmesi yönünde çok ciddi cumhuriyetçi parti duruşu var. Önümüzdeki dönemde eskisi kadar para verilmeyeceğini sanıyorum, dolayısıyla Avrupa Amerika’nın devreden çıkma ihtimali karşısında Ukrayna’yı sadece kendi kaynaklarıyla destekleyebilir mi, o önemli bir soru olarak ortada duruyor.

“TÜRKİYE OLDUKÇA AVANTAJLI KONUMDA”

Enerji konularındaki gelişmeler gerçekten ilginç bir durumda. Yeşil dönüşüm sürecimiz var, herkesin yeşil olma çabası var ancak bu çaba, beraberinde getireceği maliyetleri ödemek istemiyoruz. 2024, yeşil dönüşüme karşı giderek artan bir tepkinin yükseldiği bir yıl olabilir. İnsanlar, yeşil dönüşümün getireceği maliyeti, işsizlik ve artan fiyatlar gibi sonuçları kabul etmek istemiyorlar. Özellikle gelişmiş ülkelerde ciddi bir tepki var çünkü bu maliyetlerden kaçınma eğilimindeler. Gelişmekte olan ülkeler ise, bugünkü iklim değişikliğinin sorumluluğunu batıya yükledikleri için kendilerine aktarılan fonların yetersiz olduğunu düşünüyorlar ve bu durumda yeşil dönüşüme sıcak bakmıyorlar.

Cuma günü COP zirvesi başlıyor, yeşil projelerin tartışıldığı ve gerçekleştirildiği güzel bir mekanda, Birleşik Arap Emirlikleri’nde düzenleniyor. Ancak şu an için orada kimse büyük bir beklenti içinde gibi görünmüyor. Her şeye rağmen, yeşil dönüşümün gerçekleşeceğine inanıyorum. Yeni üretim alanlarının açılması gibi nedenlerle, bu dönüşüm devam edecek. Enerji Ajansı, petrol talebinin 2030’da zirve yapacağını söylemiş olsa da, bu sürenin uzayabileceği konuşuluyor. Gaz, enerji geçişinde önemli bir yakıt olarak kabul edilecek ancak net sıfır emisyon hedefine geçiş oldukça sancılı olacak.

Dünya için ilginç olan şey, yeşil dönüşümün aynı zamanda yepyeni bir enerji kaynağı coğrafyası yaratıyor olması. Geçmişte önemli olan şey kömürdü, ardından petrol ve sonra gaz geldi. Ancak şimdi, yeşil dönüşümle birlikte bu tablo değişiyor ve yeni enerji kaynakları ve coğrafyaları ortaya çıkıyor.

Önümüzdeki dönemde lityum, bakır, nikel ve kobalt önemli kaynaklar olarak öne çıkacak. Nikel ve kobalt özellikle Afrika’da, örneğin Kongo’da, nikel Latin Amerika’da, bakır ise Avustralya’da bol miktarda bulunuyor. Lityum açısından şu sıralarda İran’da yeni madenler keşfedilmiş durumda. Bu durum yeni coğrafyalarda madenlerin işlenmesi ve sahiplenilmesi yarışını tetikleyecek. Afrika, yakın gelecekte önemli bir saha olacak gibi görünüyor. Türkiye bu durumda oldukça avantajlı konumda. Bölgede çok sayıda temsilciliği, ticari ve askeri faaliyetleri var. Hidrojen, geçiş dönemi projeleri arasında önemli bir yer ediniyor. Doğu Akdeniz’deki gazın paylaşımı bölge ülkeleri için iş birliği ve yakınlaşma fırsatı sunabilir. Ancak gazın talepleri karşılayacak boyutta olmaması veya maliyetinin yüksek olması nedeniyle alternatif enerji kaynakları olan güneş ve rüzgâr enerjisi daha cazip görünüyor. Örneğin, İsrail ile Lübnan arasında gaz konusunda bir anlaşma yapıldı. Enerji, ülkeler arası ilişkilerin şekillenmesi ve iyileştirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

Ancak, bu olasılıkların gerçekleşebilmesi için jeopolitik meselelerin çözülmesi ve dünya sisteminin yeni kurumlar ve kurallar üzerinde anlaşması gerekiyor. Bu noktada, umut verici bir gelişme olarak göze çarpıyor; Amerika ve Çin liderlerinin Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği zirvelerinde buluşmaları ve sıcak mesajlar vermeleri. Özellikle Avrupa’nın, Amerika’nın geri çekilme ihtimali göz önüne alındığında, Türkiye ve Avrupa’nın ortak bir paydada buluşamaması büyük bir kayıp olabilir. Avrupa’nın güvenliği sadece savaşla ilgili değil; göç, enerji arzı ve iklim değişikliği gibi konular da önem taşıyor. Türkiye olmadan, Avrupa Birliği’nin kendini koruması zor. Bu değişen dünyada Türkiye’nin konumu net değil. Tutarlı bir yaklaşım eksikliği var gibi görünüyor. Bu nedenle, gerçekçi bir bakış açısıyla dış politikayı iç politikadan ayrı tutmak önemli. Hedeflerin kapasiteye uygun olması ve sağlam adımlarla ilerlemek, daha mantıklı bir yaklaşım gibi görünüyor. Başarılarınızı daha da yükseltebilecek, kapasitenize uygun hedefler belirlemek akıllıca olabilir.