‘Enerji fiyatlarına fren şart’

‘Enerji fiyatlarına fren şart’

Almanya Eski Başbakanı, Nord Stream AG ve 2 AG’nin Hissedarlar Komitesi Başkanı Gerhard Schröder, 12. Türkiye Enerji Zirvesi’ne katıldı. ‘Enerji ve Jeopolitik Özel’ oturumunun konuğu olan Schröder, enerji fiyatlarının kabul edilebilir seviyede tutulması gerektiğini söyledi.

Hiç kimse bugün Rusya-Ukrayna savaşının ne kadar süreceğini bilmiyor. Nihayetinde her savaşta olduğu gibi bu savaşta da kazananın olmayacağını biliyoruz. Şunu da ifade etmek istiyorum ki bu savaş çok sayıda ihtilafın ve dünya çapındaki çatışmaların artış gösterdiği bir döneme denk geldi. Dolayısıyla toplumlarımızın ve özellikle Batı modeli demokrasinin her geçen gün politik anlamda Batı’nın içinde bile ciddi anlamda baskı altına girdiği bir dönemdeyiz. Dolayısıyla da haklarımızın ve kuvvetlerimizin test edildiği bir dönemden geçiyoruz. Her iki tarafın da müzakere masasına gelmesi ve bu vahşice savaşı sona erdirme noktasında çaba göstermesi gerekmekte. Savaşın başladığı andan öncesine dönmek isterken maalesef şu anda durum daha da kötü diyebiliriz.

Uluslararası belirli pazarların kapanması tabii ki çok ciddi bir trend demek. Örneğin Çin ve Amerika arasında uzun yıllardır devam eden ekonomik savaşlar, özellikle de çip pazarında yaşanmış olan son zamanlardaki dalgalanmalar, aslında bunun en büyük örneklerinden bir tanesi. Amerika Birleşik Devletleri’yle Çin arasındaki ya da Avrupa Birliği’yle Amerika Birleşik Devletleri arasındaki belirli elektrikli cihazlarla alakalı teşviklere baktığımız zaman, korona pandemisinin çok büyük tedarik eksikliklerine ve sıkıntılarına neden olduğunu bilmekteyiz. Özellikle de tedarik kaynaklarında yaşanan bu sıkıntılar, üretim tarafını ciddi anlamda etkiledi ve zarar verdi. Bunun sonucunda da pandemi nedeniyle serbest piyasanın aslında dayanmış olduğu belirli kamu hizmetlerine erişim noktasında da ciddi sıkıntılar yaşandı ve bu durum enflasyona neden oldu.

“BÜYÜK TEHLİKE ARZ EDİYOR”

Bunun haricinde uluslararası ekonomik iş birliğiyle alakalı ortaya koyulan kuralların artık neredeyse ortadan kalktığını görmekteyiz. Bunlar elbette ki yeni gelişmeler değil. Ekonomik ve politik sonuçlar nedeniyle, özellikle Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş sonrası bunların hızlanarak devam etmesi ihtimali de söz konusu. Bugün hem politik hem de ekonomik anlamda bu tarz testlerden geçtiğimizi söyleyebiliriz. Demokrasilerimize, güvenliğimize ve refahımıza çok ciddi anlamda negatif etki yaratabilecek bir süreç. Avrupa olarak bu anlamda yaşanabilecek sıkıntılara ve bunun sonuçlarına ve özellikle de yüksek enerji fiyatlarının ve enflasyonun sonuçlarına kendimizi hazırlamamız şart. Tabii sadece bu konu özelinde değil ama örneğin tahıl ihracatında yaşanan sıkıntıları ve özellikle de dünyadaki en yoksul sayılabilecek segmentlerde yaşanabilecek sıkıntıları düşünecek olursanız, bunların işlememesi çok büyük tehlike arz etmekte.

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve özellikle Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, uzun yıllardır bu konuda elinden gelenin en iyisini yapmakta ve bunların çabaları da uluslararası arenada takdir edilmekte. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu süreçte çok büyük bir rol oynadı. Her iki tarafın, özellikle de uluslararası diplomasinin bu anlamda güvenini kazandı. Gıda sorunuyla ilgili yapılan bu çalışmanın, özellikle savaşı sonlandırma noktasında ve müzakereleri başlatma anlamında da çok iyi bir örnek olacağını düşünüyorum. Tekrardan ümit ediyorum ki Türkiye Cumhuriyeti ve Sayın Cumhurbaşkanı bu süreçte çok önemli bir rol oynayacaktır.

“ENERJİ FİYATLARI GÜVENLİ, MAKUL FİYATLI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMALI”

Sadece enerji politikaları değil, diğer alanlarda da yapılacak adımlar çok büyük bir önem taşımakta. Bu anlamda bir iki genel yorumda bulunmak istiyorum. Çünkü gaz ve enerji kaynaklarıyla ilgili bazı önemli noktalardan bahsetmek istiyorum. Ulusal ekonomiye ve küresel ekonomiye baktığımız zaman, iyi işleyen bir enerji kaynağına muhtacız. Bu enerji kaynağının sağlam enerji politikaları hedefleriyle ilgili bir modele dayanması gerekiyor. Bu modele göre başarılı bir enerji politikasında eşzamanlı olarak mutlaka denge sağlanmalı ve üç hedefe odaklanmalıdır. Her şeyden önce enerji kaynaklarının güvenli, makul fiyatlı ve sürdürülebilir olması şarttır. Dolayısıyla da hükümetlerin bu anlamda dikkat göstermesi çok önemli ve zaten bugün Türkiye’den değerli Bakanımızın ve konuşmacılarımızın da söylediği üzere, son yıllarda enerji fiyatlarının stabil hale getirilmesi büyük önem taşımakta. Tabii ki bu anlamda Paris Anlaşması’nın da şartlarının yerine getirilmesi, hedeflerinin tutturulması, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi, tabii ki kaçınılmaz ve kesinlikle bu alandan hiç kimse sapmamalı. Dolayısıyla da çocuklarımıza ve torunlarımıza yaşanabilir bir dünya bırakma hedefinden asla vazgeçmemeliyiz. Fosil yakıtlarda yaşanan artıştan kaynaklı olarak maalesef enerji verimliliğinin bu krizle kısa vadede başa çıkabilmesi çok zor. Bütün bunlara ek olarak, yine enerji politikalarına göre ve bu modele göre enerji kaynağının mutlaka ‘fiyat’lı olması şarttır. Sadece tüketiciler için değil elbette, aynı zamanda sanayiciler için de bunun geçerli olduğunu hatırlatalım. Zaten halihazırda karşılaştığımız en büyük zorluk da belki bu. Toptan pazarına baktığınız zaman da krizden önce fiyatlar yaklaşık 20-30 euro seviyelerinde seyrederken Avrupa’da birçok firma tabii ki muazzam artışlarla karşılaştı. Birçok farklı sanayi sayabiliriz, kimyasal, çimento, cam sanayii olsun ya da buna benzer diğer büyük ve orta çaplı diyebileceğimiz yine gazla çalışan ve büyük oranda gaza muhtaç olan birçok sektörde ve firmada bu sorun yaşandı. Evlerde de aynı şekilde kilovatsaat başına 5 sent ya da 6 sentten ziyade artık 20 sentlere kadar çıkan bir rakam görmekteyiz. Dolayısıyla hiçbir firmanın bu tarz bir gaz fiyatıyla rekabet edebilir bir ürün yaratması, üretmesi mümkün değil. Ya da insanların evlerinde kendini ısıtabilmesi için bu parayı ödemesi mümkün değil. O yüzden de bu fantezi diyebileceğimiz fiyatlarda seyreden enerjinin de ekonomiyi kalkındırmasını beklemek çok mümkün gözükmüyor. Tabii ki bunun çok acı sonuçları olacak. Belki de şirketler kapanacak, yurtdışına göç olacak ve işsizlik artışa geçecek.

Enerji fiyatlarının makul seviyede kalması için mutlaka adım atılmalı ve enerji güvenliği de sağlanmalı. Hem Avrupa hem ulusal seviyede hem de tabii ki gaz tedarik zincirinin en başından başlayarak ve en sonuna gidene kadar yani nihai tüketiciye ulaşana kadar bu sürecin kontrol altına alınması şart. Şirketlerin ve tabii ki özellikle de ikamet edilen yerlerin, yani evlerin gaz fiyatlarıyla ilgili olarak yapılacak ani ve acil müdahalelere ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu sosyal anlamda da çok hassas bir konu, özellikle hem Almanya hem de Kuzey Avrupa için de bu çok geçerli bir şey. Almanya’daki ekonomiye baktığımız zaman, çok uzun süredir zaten hepinizin bildiği üzere satın alma ve ucuz Rus gazını satın almaya dayalı bir ekonomik modele sahip olduğunu biliyoruz. Şu anda gaz fiyatlarında yaşanan gelişmelere baktığımızda; özellikle Almanya’daki şirketlerin ve evlerin bu enerji krizinden sağlıklı bir şekilde çıkması çok mümkün gözükmüyor. Bu nedenle ulusal çapta öncelikle bazı tedbirlerin alınması şart. Bunlar en nihayetinde son kullanıcıyı etkileyen faktörler ama bence en önemli şeylerden bir tanesi de özellikle de tedarik zincirinin en başında yapılması gereken uygulamalar.

“GAZ BORSASI İLE SORUN ÇÖZÜLEBİLİR”

LNG ve diğer gaz kaynaklarıyla şu anda şirketlerin inanılmaz fiyatlarda inanılmaz kârlar elde ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla da bu dağılımın iyi bir şekilde yapılmasını, işin kaynağında çözülmesini sağlamak zorundayız. Bence bu, mutlaka ama mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir konu ama iki tane koşul var bunun için. Her şeyden önce özellikle de bütün ticari gazla ilgili fiyatları ve bütün bu tedarik zincirini öyle bir düzenlemek gerekiyor ki pazar kendi kendine bu tarz eksiklikleri ve sorunları giderebilsin. Aksi takdirde kendimizi çok ciddi anlamda gaz sıkıntısının yaşandığı model içerisinde bulabiliriz ki emin olun hiç kimse bunu istemez. Buna ek olarak yine üye devletler için bir gaz borsası gibi bir çözüm de düşünülebilir. Bu sebeplerden dolayı mümkün olduğunca faydalı görünen bu yöntemin Avrupa Birliği içerisinde bir itiraz göreceğini düşünmüyorum. Böylece Almanya ve Avrupa Birliği en azından öngörülebilir gaz kıtlığı sorununu bir nebzeye kadar da olsa giderebilir, küresel LNG pazarı da bu anlamda çok daha fazla LNG’yi kullanılabilir hale getirebilir. Bizler bu senaryonun 2025-2026 yılları içerisinde gerçekleşebileceğini düşünüyoruz, eğer gecikecek olursa, bu çok da faydalı bir durum oluşturmaz. Dolayısıyla şu an bulunduğumuz durumdan, yani 500 bcm’den neredeyse 750 bcm’e kadar çıkması gibi bir durum söz konusu ki, bu da mevcut şu andaki darboğazı gidermeye yeterli olabilir.

Şimdi biraz da geleceğe bakalım. Avrupa’nın ve Almanya’nın ana gaz tüketicilerinden olduğunu biliyoruz. Ukrayna’da savaş patlamadan önce Almanya yaklaşık olarak 90-95 bcm çapında bir gaz tüketimi yapmaktaydı ki bunun büyük bir kısmı Rusya’dan gelmekteydi. Avrupa Birliği içerisindeki gaz tüketimine baktığımızda da yaklaşık olarak yıl başına 400 bcm olduğunu biliyoruz, ki bunun da yaklaşık olarak 170 bcm’i Rusya’dan gelmekte. Bu rakamlar bize şunu çok net bir şekilde gösteriyor ki gaz fiyatlarındaki bu dalgalanmadan da anlayacağımız üzere, Rus gazının hem Almanya hem de Avrupa Birliği için yerine koyulması çok zor bir miktar olduğunu görüyoruz. İşte bu nedenle normal ticaret şartlarına dönmek zorundayız. Fakat her hâlükârda tabii işin bir politik boyutu var. Dolayısıyla da bizim her geçen gün çok çok daha dikkatli olmamız, hazırlıklı olmamız ve Rusya gazının elimizde her zaman bulunamayacağının farkında olmamız şart. Her ne kadar istemesem de düşünmemiz gereken iki tane temel çözüm var. Birincisi Rusya’ya ait olmayan boru hatlarından gazın gelmesi ya da LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) olarak gemilerle taşınması. Eğer ki Rus gazı orta vadede sıkıntı yaratacak olursa, boru hatları seçeneği Avrupa Birliği için oldukça başarılabilir ya da yönetilebilir opsiyon olarak değerlendirilebilir. Kuzey tarafını düşündüğümüz zaman sadece Norveç işin içine dahil olabilmekte. Çünkü gaz zaten oradan tam kapasiteyle gönderilmekte. Bu yüzden Avrupa’ya ek gaz getirmek adına Norveç muhtemelen yeni boru hatlarına da çok fazla yatırım yapmayacak gibi gözüküyor.

“TÜRKİYE VAZGEÇİLMEZ BİR ROL OYNAMAKTA”

Enerji politikalarına baktığımızda, bunların da hidrojene kaydığını görmekteyiz. Almanya ve Norveç hükümetleri hidrojenle alakalı bir mutabakat imzalamaya karar verdiler. Bu mutabakat, karbondioksitsiz hidrojeni taşımak için yapılan ilk anlaşma olacak. Yani mavi hidrojeni taşıyabilmek için Avrupa Birliği tarafından yapılan çok önemli bir anlaşma olacak. Şunu da hatırlatmakta fayda var, sonuçta yakın gelecekten bahsediyoruz. Yani yeşil hidrojenden şu an için bahsetmiyoruz. Fakat kuzeye baktığımızda, tabii orada da Rusya’nın birçok boru hattı var. Bunlardan bir tanesi bile hasar görmeden kalsa ki biliyorsunuz üç tane boru hattında sabotaj yaşandı. Ancak North Stream sahipleri artık bu konuda karar verme yetkisine sahip değiller. Çünkü Kuzey Akımı 2 Konsorsiyumu da şu anda yine borcunu ödeyememezlik durumuna gelmiş durumda. İhtiyaç mutlaka taahhüt de gerektirir. Bu yüzden de her iki tarafı da tatmin edecek bir çözüme ihtiyacımız var. Cezayir’den ya da Kuzey Afrika’dan gelebilecek akımlar da maalesef Avrupa Birliği için yeterli olmayacaktır. Bu bölgeden gelecek olan LNG’lerle taşınabilecek olan bir akım olabilir tabii ki ama en büyük katkı, bu bahsetmiş olduğumuz kuzeydeki boru hatlarından gelmekte. Cezayir’de demografik süreçlerle birlikte enerji tüketiminin de arttığını biliyoruz. Çok ciddi anlamda kendi ülkesi için bir gaz ihtiyacı doğmakta ve iklim koruma hedefleri doğrultusunda da önümüzde kısıtlamalar söz konusu.

Bunun haricinde gazı ek olarak Avrupa’ya nereden getirebiliriz diye düşünecek olursanız, o da Güney Gaz Koridorundan gerçekleşebilir. Türkiye hiç şüphe yok ki zaten özellikle de Avrupa gaz tedarikinin çeşitlendirilmesi noktasında vazgeçilmez bir rol oynamakta. Doğal gazın Avrupa’ya Azerbaycan üzerinden Transadriyatik boru hattı ile taşınması noktasında 2020’den bu yana önemli bir çalışma var. Bu anlamda Azerbaycan’dan gelen boru hattı kapasitesinin artırılması, Türkiye’nin bir enerji merkezi olarak rolünü güçlendirmesi noktasında da çok önemli olacaktır. Çünkü uzmanlara göre, Güney Gaz Koridorunun yaklaşık 31 bcm’e kadar orta ve uzun vadede kapasitesini arttırabileceği noktasında bir mutabakat var. Ama tabii ki bu yatırım elbette ki Romanya da dahil olmak üzere bütün ilgili ülkelerin isteği ve çabalarıyla gerçekleşecektir. Tabii ki bu durum Avrupa Birliği’nin iklim korumayla ilgili kararları doğrultusunda bu projeye ne kadar bir finansman sağlayabileceğine bağlı bir durum. Elbette, politika yapıcıların bu konuda kararı da önemli.

Mevcut savaş, şu anda Karadeniz’i gerilimlerin olduğu bir bölgeye dönüştürdü. Dolayısıyla yatırımların seferber edilmesi de maalesef çok zorlaştı, özellikle de kısa vadede. Fakat bütün bunlara rağmen bu bölgede gazla ilgili çok ciddi bir potansiyel olduğunu hâlâ biliyoruz. Örneğin Doğu Akdeniz’e baktığınızda ki burada Mısır’ı, İsrail’i ve elbette ki Kıbrıs’ı da düşünüyorum. Türkmenistan da aynı şekilde. İran gibi ülkelerin de aslında bu konuya dahil olması gerekmekte. Ancak İran’ın politik durumlardan dolayı bu oluşuma katılmasının oldukça zor olduğunu söyleyebiliriz. Diğer taraftan özellikle de Hazar Denizi’nden gelecek olan gaz boru hattının geçeceği bütün ülkelerde ortak fikir birliğinin sağlanması ve bir isteğin ortaya koyulması çok büyük bir önem arz etmekte.

“AMERİKA’NIN ÇOK NET BİR REKABET AVANTAJI OLACAK”

Gaz üreten ülkelere baktığımız zaman, Güney Akım Koridoru’nda mutlaka ama mutlaka uzun vadede bir çözümün ortaya koyulması ve büyük yatırım projelerinin hayata geçirilmesi şart. Her halükârda doğal gazın bir iklim politikasında çıkmaz yaratacak bir olgu olmasına gerek yok. Özellikle de mavi hidrojenin ön plana çıktığını ve enerji geçişinde bize büyük bir avantaj sağlayacağını söyleyebiliriz. Güney gaz boru hatları aynı zamanda bu tarz bir altyapıyı hayata geçirmek anlamında büyük bir finansmanı bölgeye çekecektir.

Ancak bütün bunlara rağmen arka plana baktığımızda, Avrupa Birliği üye devletlerinin, özellikle de Almanya’nın büyük LNG ithalatlarına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Rusya gazına alternatif oluşturması düşük bir ihtimal olsa da kısa süreli olarak ülkelerin bu tarz çözümlere başvurması şart. Ancak LNG şu anda çok kolay bir alternatif olarak gözükmüyor. Avrupa Birliği üye devletleri savaşın başladığı günden itibaren LNG’nin ve ithalat altyapısının geliştirilmesi noktasında çok sayıda faaliyette bulundular. Hollanda’nın yanı sıra Almanya Hükümeti de 5 adet gazlaştırma tesisi rekor denilebilecek bir süre içerisinde devreye alarak gazlaştırma kapasitesini yılda 30 bcm’e kadar çıkardı. Almanya ilk iki FSRU tesisinde tekrar gazlaştırma kapasitesini önemli oranda arttırmış oldu. 2023’e girdiğimiz bu dönemde iki tesisi hayata geçiren Almanya’nın üç tesisi de 2023’ün ilk yarısında hayata geçirileceğini söyleyebiliriz. Umarım bu çözümler işe yarar. Amerika Birleşik Devletleri özelinde konuşuyorum ama bu Kanada için de bu elbette mümkün. Diğer ülkelerle karşılaştırma yapılacak olursa, ABD’nin gaz üretim maliyetleri daha düşük. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda küresel piyasalar nezdinde ABD’nin çok net bir rekabet avantajı olacağını söylemek hiç de yanlış olmaz. Birçok alanda ve bu konuda avantajlı olmasının yanı sıra özellikle sanayisi söz konusu olduğunda ABD gerçekten eşsiz bir rekabet gücüne sahip olabilir. Dolayısıyla küresel politikanın ve ekonominin rolünün güçlendirilmesi bu anlamda şart. Diğer LNG üreten ülkelere bakacak olursak, onlar da elbette bu gelişmelerden istifade edecek. Neden? Çünkü Avrupa’yı tümüyle düşünecek olursak, önümüzdeki dönemde de Avrupa’nın doğal gaza ihtiyaç duyacağını söylemek yanlış olmaz. Batı Afrika ülkeleri ve hatta Akdeniz Havzasını düşünecek olursak Mısır dahil olmak üzere bu bölgedeki ülkeler Avrupa Birliği için ciddi bir tedarikçi ülke olma potansiyeline sahipler.

“İKLİM HEDEFLERİMİZ VAR”

Elbette ki bizim fosil yakıtlarla ilgili bir kısıtımız yok. Hâlâ bol bol kömür var, fosil yakıt var ama diğer kaynaklara da ihtiyacımız var.  Avrupa Birliği üye devletleri özelinde biz şunu garanti etmek istiyoruz, öncelikle iklimi korumak, iklim korumayla ilgili hedefleri gerçekleştirmek. Biz karbondioksit üreticisi olmamanın peşindeyiz. Avrupa Birliği’nde ve bütün sanayi ülkelerinin bu anlamda bir vitrin teşkil etmesi lazım, bir örnek olması lazım. Çünkü asıl tarihi yükü emisyon söz konusu olduğunda üye devletler taşıyor. Bu nasıl başarılabilir? Elbette başarılması mümkün. Bu sanayisizleştirmeyle değil dekarbonizasyon ile yapılabilir. Bu yanlış anlaşılmasın. Bunun için ekonominin ve ekolojinin yeniden çerçevelendirilmesi gerekiyor. O nedenle bunu acilen yapmak zorunda değiliz ama uzun vadede hedefler ve stratejiler oluşturabilirsek, tahmin edilebilir bir düzeyi yakalayabilirsek, o zaman buna çok az ihtiyacımız olacak. Bu nasıl mümkün olabilir? Öncelikle açık bir yaklaşım izlememiz lazım, teknolojiye karşı açık olmamız lazım. Çünkü günümüzde hiçbirimiz düşük karbon teknolojisinin rekabetçi olacağına hayır diyemez. Tabii ki bizim iklim hedeflerimiz var. İhtiyaç aynı zamanda şu da olmalı: Karbondioksiti moleküllerinden arındırmak. Sadece elektrik olarak düşünmeyin, bu yeşil hidrojen olur, mavi hidrojen olur.

Özellikle Almanya özelinde konuşuyorum, bizim artık çok hızlı bir şekilde ve mümkün olan en ucuz haliyle bu hedefe ulaşmamız lazım. Elbette biz karbonsuzlaştırma teknolojisini birçok sanayi sürecinde gerçekleştirebiliriz. Sanayi süreçlerinin birçoğunda bu mümkün. Doğal gaz şu an için bazı piyasaların hızlanmasında büyük bir potansiyele sahip. Hidrojen de elbette mevcuttaki gaz şebekesi yapısını kullanarak kendini var edebiliyor. Bu nedenle karbonsuzlaştırma bizim daha çok özen göstermemiz gereken bir başlık olacak. Karbondioksit, çok ciddi bir ekonomik faktör, enerji tedarikinde bunu yadsıyamayız. Bu elbette ki bir gerçek ama problemin sadece bir kısmını oluşturuyor. Çözümün diğer ayaklarını da düşünmek zorundayız, sadece karbondioksit üretenler, yani örneğin mavi hidrojen üretiminde karbondioksit emisyonu yaratanlar söz konusu olduğunda, orada da elbette yeşil hidrojen üretilme koşullarının şu an için daha fazla iyileştirildiğini yine Almanya özelinde söyleyebilirim. Yeşil metan, Avrupa’da karbondioksit transfer edilerek büyük ölçekte makul fiyatlarla üretilebilir. Bu, ısıtma piyasasında bizim için ve özellikle Kuzey Avrupa için yeni bir karbonsuzlaştırma yolu da açabilir.

Bence şu net artık, teknolojik imkanlarımızın daha sonuna ulaşmış değiliz. Teknolojinin potansiyeli hala çok yüksek. İklimin korunmasında henüz teknolojiyi yüzde 100 kapasiteyle kullanabilmiş değiliz. O nedenle yeni fırsatlar var hâlâ önümüzde. Bu Türkiye enerji şebekesi olarak düşünüldüğünde gerçekten çok önemli. Çünkü neticede Almanya’nın ciddi miktarda enerjiyi gelecekte de ithal etmeye devam etmesi lazım. Bu elbette karbondioksit molekülünü de içeriyor. Neden Türkiye’den olmasın?

“TÜRKİYE DOĞRU BİR YOLDA İLERLİYOR”

Barış, ekonomik iş birliği ve güvenlik, her zaman insanoğlu için bir güvencedir. güven söz konusu olduğunda ekonomik bazı diğer imkanları da beraberinde getirir. Elbette Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlara saygı duyulmalıdır ve onların çalışmaları asla göz ardı edilmemelidir. Şüphesiz ki güven şu an içinde bulunduğumuz dünya ortamında sahip olmadığımız bir şey, hâlâ güven eksikliği var. Birlikte hareket edebilirsek, halihazırda var olmayan ve eksik olan güveni neden inşa etmeyelim? Türkiye bu anlamda gerçekten iyi bir yolda ilerliyor. Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerde Türkiye şu ana kadar iyi bir örnek teşkil etti. Güven ortamının oluşmasında da Türkiye önemli bir katkı veriyor. Elbette önümüzde hâlâ zorluklar var ama neden hep birlikteyken bunları aşmayalım?