‘Deprem sonrası akaryakıt istasyonlarında inanılmaz bir yoğunluk yaşandı’

‘Deprem sonrası akaryakıt istasyonlarında inanılmaz bir yoğunluk yaşandı’

Petroleum Istanbul Fuarı kapsamında düzenlenen Petroleum Istanbul Akademi’nin ikinci günü “Akaryakıt İstasyonları ve Enerji Tesislerinde Deprem Yönetmeliği” oturumu ile devam etti. Oturumda, İTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Metin Mıhçakan ve İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Emekli Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Tuğrul Genç sunum yaptı.

‘İSTASYONLAR DEPREM BÖLGELERİNE GÖRE İNŞA EDİLMELİ’

İTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Metin Mıhçakan

Depremler dünyanın doğal davranışları, bizim o doğal davranışların içinde yapay bir yaşam süreci yerine onunla uyumlu bir yaşam süreci oluşturmamız gerekiyor. En son hepimizi ciddi şekilde üzen ve daha da ekonomik etkileriyle üzecek olan deprem yaşadık. İlk başta insanlarda korku ve panik başladı. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Karlı ve soğuk bir havada barınma derdi başladı ve en önemlisi enerji sıkıntısı başladı. Binalarda hasar oldu. Bu arada az da olsa şanslıydık. Çok az istasyonda yangın sorunu söz konusu oldu. Yer altı depolama tanklarının otomasyon sistemlerinde sorun çıktı. Akaryakıt tanklarında hasar görenlerden yer altına ne kadar kaçak oldu veya olmadı bilmiyoruz. Bu yer altına gerçekleşen sızıntıların getireceği sorunlar daha ileride karşımıza çıkacak onun bedelleri nasıl olacak bilmiyoruz. Akaryakıt istasyonlarında inanılmaz bir yoğunluk yaşandı. Çok ciddi bir talep var, en az su kadar önemli. Bütün bu akaryakıt ve servis istasyonlarının içinde bulundukları bölgenin depremselliğine bakılarak ona göre inşa edilmesi ve tesis edilmesi kurtarıcı bir unsur olarak öne çıkıyor. Barınma için gelen insanlar var, kanopinin altına oradaki markete vs. sığınıyor bu doğru bir şey değil. Herkesin anlaması lazım ki burası parlayıcı ve patlayıcı bir takım hidrokarbon akışkanları içeren bir yer ve sızıntı olabilir. Dolayısıyla bu akaryakıt istasyonlarının asla deprem toplanma ve barınma alanı olarak kullanılmaması lazım. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Yapı İşleri Müdürlüğü tarafından 2021 yılında Resmî Gazete’de yayımlanan bir raporu var. Zemin ve Temel Etüdü Esasları Uygulama Rapor Formatı var. Burada binaların türüne göre üzerine oturdukları zeminler ve bu zeminler üzerinde yapılacak incelemeler ve araştırma çalışmalarına bağlı olarak işler üç ayrı kategoriye ayrılmış vaziyette ve akaryakıt istasyonları üçüncü kategori kapsamında yapılmak durumunda. Bu kapsamda yapılacak olan çalışmalar belli. Bu 3. kategoridekiler yer altında dahi tehlikeli maddeler depolayan tesisler ve binalar için geçerli. Burada sıvı veya katı fark etmez. Tabi akaryakıt istasyonları yer altında bu tür tehlikeli malzeme depoladığı için bu sınıfa giriyor ve bu 3 kategori içinde yapılması gereken çalışmalar söz konusu. Hem bina hem alttaki zemin özellikleri ve yer altı suyu araştırılması gerekiyor. Ayrıca civardaki yapılar ve çevre koşullarına bakmak zorundasınız. Bunlara bakanlığın sitesinde de detaylı bir şekilde yer veriliyor ama zeminle ilgili temel jeolojik, jeofizik çalışmalar yapılması gerekiyor ve bu da aslında kategori 1 ve 2 zeminleri içinde geçerli. Ama bu tür istasyonları kapsayan kategori 3 etütlerinde ekstra sahaya özel deprem tehlikesinin belirlenmesi gerekiyor. İstasyon yapıları, kanopi, tonozlar, hepsinin ilgili standartlara uygun inşa edilmesi gerekiyor. Ayrıca istasyon inşasında kullanılan tüm sistemler emniyet ekipmanları vs. uygun tasarım ve malzeme kullanılarak tesis edilmesi gerekiyor. Yine burada dikkat edilmesi gereken bir şey de alt yapı boruları, bağlantı elemanları ile birlikte sismik hareketlere karşı dayanıklı ve uzun ömürlü olması gerekiyor. Ürün hatlarının kaçak dedektörleri ile donatılması ve bunların sürekli izlenmesi gerekiyor. Bu sistemleri kurduğunuz zaman uzaktan sürekli olarak bunları izlemeniz mümkün. En ufak sarsıntıda da sorun oluyor mu olmuyor mu izlemeniz mümkün. Dolum hatlarının yine çift cidarlı olması gerekiyor ve valflerin acil duruma uygun olması gerekiyor.

‘BİLİMDE TEORİ HER ZAMAN DEĞİŞEBİLİR’

İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Emekli Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Tuğrul Genç

Depremi biz afet olarak görüyoruz ama aslında deprem dünyanın bir nefes alma şekli. Depremi meydana getiren fiziksel olaylar gerçekleşmemiş olsaydı dünyamız dümdüz olurdu. Dünya dümdüz olduğu zaman ne olacak? Sizin elinizde denizin içerisinde tonlarca su olduğu için her tarafı kaplayacak. Böylelikle dağlar da olmayacak. Tabii bunların hepsi teoridir. Bilimde teori her zaman değişebilir. Bizim buradaki konumuz bir olayı en iyi şekilde nasıl açıklayabilirize cevap vermek. Biz dünyayı iki parçaya ayırıyoruz. Biri kimyasal birleşimi diğeri de fiziksel birleşimidir. Bazı olayları kimyasal bileşimi ile bazı olayları da fiziksel bileşimi ile açıklayabiliyoruz. Dünyanın yarı çapı 6 bin 371 kilometre olarak hesaplanmış ya da gösterilmiştir. Aslında depremleri oluşturan olaylar bu fiziksel dediğimiz bağlantının içerisinde oluşan bir şey. Tabi kabuk dediğimiz zaman da kabuğun içerisinde iki tane farklı durum var. Birisi kıta dediğimiz kabuk, diğeri de okyanus dediğimiz kabuk. Bunların aralarındaki fark şu; fiziksel anlamda yoğunlukları farklı. Eğer bunlar karşılıklı bir araya gelirse yoğunluğu daha fazla olan alta batar daha hafif olan üste çıkar. Litosfer dediğimiz katı kısım herhangi bir kuvvete maruz kaldığında kırılabilir. Astenosfer dediğimiz kısım daha çok akışkandır. Dünyada bizim sıcak noktalar dediğimiz noktalar var. Sıcak noktaların olmasının nedeni de radyoaktif elementler. Bunlar kolay kolay bir başka mineralle ya da elementle bir araya gelip de bir mineral oluşturamıyorlar. Son 400 milyon yıl içerisinde dünya, kıtalarda nasıl bir evrimleşme geçirmiş? Burada gözlediğimiz olay şu; zaman dilimi içerisinde Arabistan bir yerden kopup geliyor. Geldiği yerde Türkiye’nin olduğu bölgeyi sıkıştırmaya başlıyor. Aslında Türkiye’de depremlerin olmasının sebebi bu. Türkiye’de bizim gözlemlediğimiz üç tane fay türü var. Birincisi Kuzey Anadolu ve Güney Anadolu fayları doğrultusunda doğrultu atım dediğimiz faylar, Ege Denizi’nde açılma fayları diğerinde de bindirme fayları var. Aslında bunun nedeni de Kızıl Deniz’in açılması. Burada Güney Anadolu fayından devam eden Doğu Anadolu Fay Hattı ve sonrasında Kuzey Doğu Anadolu Fay Hattı gibi fay hatları oluşuyor. Normalinde bizim wave dediğimiz iki dalga oluşuyor. Birincisi P (Pressure, Primary) dalgası ikincisi ise S (Shear, Secondary). Deprem oluştuktan sonra yayılım doğrultusu boyunca sürekli bir sıkışma-gevşeme yaşanıyor. S dalgasında ise gene yayılım doğrultusunda aşağıya doğru bir hareket söz konusu. Esas olarak yıkımı yapan yüzey dalgalardır. Yüzey dalgaları dediğimiz de iki tane katman arasında yayılan dalgalardır. Bu dalgaların yayılım biçimi ise birisi lav dalgasıdır. Yıkımı yapan esas olarak bu lav dalgası dediğimiz dalgalardır. Diğeri ise reyli dalgalardır onlar da döngüsel hareket içinde bulunan herhangi bir parçayı etki altında bırakıyor. Kuzey Anadolu Fayı, Karlıova dediğimiz yerden başlayıp Marmara Denizi’nin içerisine kadar giren parça parça da olsa bir fay sistemi. 1784 yılındaki kırıkları bir kenara koyalım. Diğerlerinin hepsi de aynı döneme gelmiş. 1992 Erzincan gibi gidiyor. En son 1999 Gölcük ve İzmit depremleri var. Esas beklenen depremin Marmara Denizi içerisinde olacağı belirtiliyor. Başka bir şey daha var o da Gebze’nin oradan başlayıp gerçekleşen depremler var. Tarihsel dönemde buranın kırıldığına biz şahit olmadık. Onlar Marmara Denizi kadar tehlikeli olan faylar. En yakın zamanda herhalde oralarda da bir kırık oluşacaktır diye düşünüyorum.