‘Sektörün rekabete açık olması lazım’

Moderatörlüğünü SolarBaba Ortağı Elif Seda Akça’nın üstlendiği ZES Solar sponsorluğunda gerçekleşen ‘Güneş Enerjisi Oturumu’nda Solar STK Kurucusu Ateş Uğurel, Chint Green Energy Genel Müdür Yardımcısı Başar Yılmaz, İş Enerji Yatırımları A.Ş. Strateji, İş Geliştirme, Operasyon ve Ticaret Genel Müdür Yardımcısı Emre Okuyan ve ZES Solar Genel Müdürü Evren Evcit güneş enerjisi sektörünün önündeki bürokratik problemleri ve Türkiye’nin önündeki küresel fırsatları değerlendirdi.

‘Sektörün rekabete açık olması lazım’
Petroturk | Enerji Haberleri
  • Yayınlanma18 Aralık 2024 16:12

Moderatörlüğünü SolarBaba Ortağı Elif Seda Akça’nın üstlendiği ZES Solar sponsorluğunda gerçekleşen ‘Güneş Enerjisi Oturumu’nda Solar STK Kurucusu Ateş Uğurel, Chint Green Energy Genel Müdür Yardımcısı Başar Yılmaz, İş Enerji Yatırımları A.Ş. Strateji, İş Geliştirme, Operasyon ve Ticaret Genel Müdür Yardımcısı Emre Okuyan ve ZES Solar Genel Müdürü Evren Evcit güneş enerjisi sektörünün önündeki bürokratik problemleri ve Türkiye’nin önündeki küresel fırsatları değerlendirdi.


Solar STK Kurucusu Ateş Uğurel

Solar STK Kurucusu Ateş Uğurel

 ‘Bütün tüketicileri sektörün içine dahil etmeliyiz’

GES’lerin yapı ruhsatı almak zorunda olması bir sorun. Bürokratik engel kalkmalı. İmar yetkisinin Enerji Bakanlığı’na verilmesi sorunları oldukça hızlı çözecektir. Türkiye’deki GES kurumlarını hızlandırmak ve işlerini kolaylaştırmak istiyorsak yapılması gerekenlerden biri bu. Yatırım teşviği konusu bir diğer sorun. Bence yatırım teşviğinin tamamen kalkması lazım. Bu güneş panelinin pahalı olduğu zamanlarda geçerliydi. Tek veya birkaç firmaya böyle bir imtiyaz verilmesi yerine yatırım teşviği uygulamasının iki yıldan sonra tamamen kaldırılmasını öneriyorum. Bunun yerini uygun finansal koşullar almalı. Biz sübvansiyonların kalkmasını istiyoruz, bu doğru bir adım olur. Bunlar tamamen kalksa ve elektriği gerçek maliyetiyle kullanmayı öğrenip ona karşı bir refleks geliştirsek daha iyi olmaz mı? Serbest piyasayı savunuyorsak bu mesken elektriğinde de serbest piyasayı savunmamız lazım. Örneğin; Hollanda, bakıldığında Konya’dan daha küçük ama mesken GES kullanımı toplam GES kurulu gücünün yüzde 50’si kadar. Elektriğin gerçek fiyatlarını görmeye başladığımız zaman finans yöntemiyle bir çözüm buluruz.

Yapılacak zamlardan etkilenecek kesimlerin çoğu apartmanda oturuyor. Gelir düzeyi de fena değil. Örnek vermek gerekirse, buradaki bir kişi bir GES yatırımcısı olmak istiyor ama öyle bir şansı yok. Bu kişiyi nasıl GES yatırımcısı yapabiliriz? Tüketim noktasıyla üretim noktasını birleştirerek, mahsuplaştırarak. Tek bir tüketim, tek bir üretim oluyor. Bire iki kuralı var. Bir tüketiyor, iki satma hakkı var, gelir de elde ediliyor. Birisi gidiyor “GES yatırımcı olmak istiyor musunuz?” diyor. Oradaki 500 tane ev sahibinin sayacı da ortak tüketim noktası haline geliyor. Onunla bir güneş santrali mahsuplaşmasının önünde aslında 51H kapsamında bir engel yok. O da lisanssız yatırımcı. 20 MW, 10 MW isteyen yatırımcı da lisanssız yatırımcı. 2 kW yatırımcı da 51A yatırımcısı olabilir. Dolayısıyla bu kişileri bir sanal tüketici haline getirip bu lisanssız yönetmeliğin bir parçası haline getirebiliriz. Bu apartmanda yaşayan sayaçları topladığınızda çıkabilecek potansiyeli tahmin edemezsiniz. Bir de onlara gelir imkanı sağlamış oluyorsunuz. Bir fazlasını da satma şansı var. Dolayısıyla mikro düzeyde bence Türkiye’de yapılacak çok iş var. Mesken GES’lerinin tamamını yapamayız, bunun için altyapımız yok ancak Türkiye’de enerji dönüşümünün paydaşı olamayacak apartmanlarda oturan gelir düzeyi belli seviyede olan bütün tüketicileri bence bu sektörün içine dahil etmeliyiz. Bu şekilde çok büyük bir kapasite oluşturabiliriz.


Chint Green Energy Genel Müdür Yardımcısı Başar Yılmaz

Chint Green Energy Genel Müdür Yardımcısı Başar Yılmaz

 ‘Türkiye’ye özgü makro ekonomik koşullarla yatırımcı profili değişti’

Türkiye’de enerjinin, yüksek oranda da yenilenebilir enerjinin finansmanı 2010’ların sonunda başladı. Sistemde toplam 45 milyar dolar enerji proje finansmanı olacak kredi tutarı vardı. Bu 45 milyar doların bir de ilave 12 milyar dolar dış kaynağı vardı. Toplam yaklaşık 60 milyar dolarlık bir kredi vardı. Orta ve uzun vadede temin edilebiliyordu. Bunların nispeten makul denilebilecek maliyeti vardı. Dolayısıyla bu yatırımlar teşvikten bağımsız olarak hayata geçirilebiliyordu. Krediler kolaylıkla değerlendirilip teknik danışmanlar tarafından denetlenip hayata geçirilebiliyordu. 2018’den sonra ise hem güneş ve rüzgar enerjisinin oyuna daha güçlü dahil olması hem finansal kurumların maliyetlerinin nispeten farklılaşması hem de Türkiye’ye özgü bazı makro ekonomik koşullarla yatırımcı profili değişti. Özellikle 2019’daki öz tüketim mevzuatının yaygın şekilde hayata geçmesinin ardından enerji yatırımcısı olmayan bir yatırımcı profili bankalara başvurmaya başladı. Bu sırada uluslararası kaynaklarda 2014- 2018 dönemine göre bir gerileme oldu. Maliyetlerde bir artış oldu. Vadelerde düşüş oldu. Fakat dünyada da örnekleri olan yap-işlet-devret gibi örnekler, Türkiye’de özellikle güneş enerjisi için tam da bu zamanda yaşama fırsatı buldu. Geldiğimiz noktada kurulu güç arttı ve artışın düzenlemesi de yapılmış oldu. Bu arada teşvikle ilgili de bir düzenleme oldu. Teşvikle ilgili bu düzenlemeden sonra yap-işlet-devret modeline geçmek durumunda kaldık. Biz de mülkiyeti devrederek bu modeli uygulamaya başladık. Burada 10 yıllık kontratlardan söz ediyoruz. Bu kapsamda 51H uygulamasındaki ekipman seçimi hem kurumsal hem yatırımcı nezdinde önemli. Aslında ülkesel bazlar belli, nerede ne üretildiği belli. Bu üretimlerin ülkemize nasıl kanalize edileceğine dair çalışmalar yapılıyor. Bunların da planı yapılıyor fakat bunun dışında finansal kurumlarda ilk örnekler oluşmaya başladı. Bunun bir örneği Konya, Kulu’da. Sözleşmesini imzaladığımız TSKB’nin girişim sermayesi fonuyla 2025 yılının ilk çeyreğinde bunu hayata geçirmeyi planlıyoruz. Elbette bu sektör için yeni bir mevzuat söz konusu ve bu mevzuatın nasıl hayata geçeceğini hep birlikte gözlemleyeceğiz. 2018’den bu zamana kadarki dönemde yaşamadığımız bazı modeller olacak. Örneğin yatırımcı, bir sermaye şirketiyle birlikte bir finansal kurumu da işin içine dahil edip üçlü bir mekanizmayla bunu hayata geçirecek ki modeller de yavaş yavaş bu derinliğe ulaşmaya başladı. Aslında önümüzdeki alan açık. Doğru finansman yöntemleri, ekipman ve mühendislikle yolumuza devam edebiliriz.


İş Enerji Yatırımları A.Ş. Strateji, İş Geliştirme, Operasyon ve Ticaret Genel Müdür Yardımcısı Emre Okuyan

İş Enerji Yatırımları A.Ş. Strateji, İş Geliştirme, Operasyon ve Ticaret Genel Müdür Yardımcısı Emre Okuyan

 ‘Bakanlığın çıkardığı şartnameyi beğendik’

Yatırımcı getiri elde etmek ister. Bu getiriyi sağlamlaştırmak için de öngörülebilir olmak çok önemli. Depolamalarda her ne kadar alım fiyatı olmasa da alım garantisi var. Gönül elbette uzun vadeli ikili anlaşma yapılabilsin isterdi ama Türkiye’de henüz o pazar yok. Yurt dışında da genel olarak bir alım garantisi yok. Alım garantisi olmadığı için Power Plant (PP) yapmanız gerekiyor. PP yapmak çok kolay değil. Örnek vermek gerekirse Romanya güneş yatırımlarının önünü açmak için 1200 MW’a fiyat garantisi verdi. Bazı yatırımcılar tıkanmaya başladı. Kısıt yönetimi başladı. Almanya’da ‘captured prize’ şu an yüzde 40’lara düşmüş durumda. Bu kez de yatırım yapmak için PP ve ekstra batarya yatırımı yapmanız gerekiyor. Diğer ülkelerde bu risk çok daha fazla. Türkiye’de bazen belirsizlikten çok şikayet ediyoruz ama Avrupa’da da benzer bir durum var. Maliyetlerin çok hızlı inip arttığı, tüketicinin de buna maruz kaldığı ve bunun da siyasi etkilerinin olduğu bir durumdan bahsediyoruz. Bakanlığın çıkardığı şartnameyi beğendik. Finansman tarafında sıkıntı çekmemize sebep olan unsurlar kalktı. Fiyat tartışılabilir, o ayrı bir konu. Her yatırımcı kendi maliyetine göre buraya fiyat verecek. Mesela güneş tarafı için 20 yıl iyi oldu, rüzgarda 15 yıl olabilir. Onun dışında yüzde 75’lik bir yetkili taahhüdü var. Yeni yatırımcıları bekliyoruz. Bu da bizim işimizi rahatlatacaktır. Tüm bunlar yatırım ortamını daha da iyileştirecek, bunun arkasından biz de yatırımları hızlandırarak devam edeceğiz.


ZES Solar Genel Müdürü Evren Evcit

ZES Solar Genel Müdürü Evren Evcit

‘Artık sadece iç piyasa için üretmemeliyiz’

Dünyada ne oluyorsa kendi ülkenizde de onun etkilerini ya direkt ya dolaylı yaşıyorsunuz. Yenilenebilirin büyük bölümünde, özellikle de güneş enerjisinde bir Çin etkisi görüyoruz. Dünyada üretilen güneş panellerinin yüzde 90’ına yakını Çin’de üretiliyor. Aslında tamamen Çin’e bağımlı bir sektör oldu. Bu ne zaman başladı? Aşağı yukarı 2010’ların sonundan itibaren Avrupa’daki üretim tesisleri üretimi Çin’e kaydırıp ‘know-how’ verdiler. Bu, Avrupa ve Amerika’daki üreticileri öldürdü ve güneş enerjisi sektörü, devlet destekleriyle birlikte tamamen Çin’in kontrol ettiği bir sektör haline geldi. Başka hiçbir sektör yoktur ki yüzde 95 oranında bir ülkeye bağlı olsun. Yakın bir tehlike olarak depolama da çok konuşuldu. Gündüz enerjinin maliyeti güneşten dolayı çok düşüyor. Yatırım getirmesi için bataryadan faydalanmamız gerekiyor. Batarya sektörüne baktığınızda, güneş sektöründeki gibi bir durum söz konusu. Çinli şirketler, dünyada üretilen bataryaların, özellikle de elektrikli araçlarda kullanılan bataryaların yüzde 90’ını üretmeye başladı. Sadece ‘Çin’ demiyorum, ‘Çinli şirketler’ diyorum çünkü Çinli şirketlerin artık Avrupa ve Amerika’da kurduğu tesisler var ve bunlar orada üretim yapıyorlar. Teknoloji ve ham madde ise Çin’den geliyor. Aslında Batı ve Doğu dünyası arasında bir çekişme varsa bu çoktan kaybedildi. Çin’de şu anda satılan araçlar arasında elektriklilerin oranı yüzde 40’ları geçti ve Çin filosunu çok hızlı şekilde elektrifikasyona döndürüyor. Alman firmalarını belli bir süre sonra ya aramızda görmeyeceğiz ya da bu markalar Çinli şirketler tarafından satın alınacak, eğer bir önlem alınmazsa. Paradigma değişiyor. Doğu ve Batı diye ikiye bölmemiz lazım. Rusya’nın Doğu eksenine kaydığı belli. Batı dünyası da başını Amerika ve Avrupa’nın çektiği gelişmiş ülkeler. Doğu dünyası çok hızlı şekilde Batı dünyasını enerji alanında da sıkıştırıyor. Çin’le Tayvan arasındaki sorun buraya evrilecek. Burada özellikle Amerika’nın durumunu değiştirecek bir olay yaşandı, Trump seçildi. “Çin’e vergiler gelecek ve Amerika kendi iç pazarını koruyacak” diye duyuyoruz. Trump’ın söylediği vergileri hayatımızda göreceğiz. Bu dönüşüm Türkiye’yi nasıl etkiler, ona bakmamız lazım. Eğer Batı, Çin ürünlerine vergi koyarsa Çinli şirketlerin de çok hızlı cevap vermesi lazım ki zaten bunun ayak seslerini görüyoruz. Çin’den çok hızlı sermaye çıkışı yaşanıyor. Pazarın etrafına hızlı bir yatırım hamlesindeler nitekim bugün BYD’nin Türkiye’ye yapacağı yatırımdan bahsediyoruz. Sebebi Türkiye’yi çok sevmeleri değil, coğrafi konumu, düşük işçiliği ve bu ürünleri Avrupa’ya satmak. Aslında bu iki blokun çekişmesi, eğer kartlarımızı doğru oynarsak, bizi pozitif etkileyecek. Çünkü Türkiye en doğudan bakıldığında bölgesindeki en sanayileşmiş ülke. Bir Çin firması yatırım yapacaksa altyapı, işçilik, yan sanayi ve enerjinin bir şekilde ulaşılabilir olmasını ister. Bunları Avrupa’da bulması mümkün değil. Türkiye bu avantajını kullanabilirse yabancı yatırımı çeker. Gelirken finansmanını da getirir. Bizim oyunu çok doğru oynamamız lazım. Artık Batı’dan değil Doğu’dan gelecek üretimi çekmemiz gerekiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle birlikte önümüzdeki beş yıl için plan yapmamız lazım. Türkiye gerçekten oyunu doğru oynarsa çok ciddi yatırım çekebilir. Yapılacak regülasyonlarda Türkiye’ye gelecek sermayenin işinin kolaylaştırılması lazım. Elbette bir yatırımcı bir ülkeye tesis kurarken bunu ihracat için programlayabilir ama o ülkenin iç piyasası var mı diye de mutlaka bakar. Çünkü birisi bir ambargo ya da gümrük koyduğunda sizin yeni bir yol bulana kadar üretiminizi devam ettirebilmeniz lazım. O yüzden de iç piyasaya bu ürünleri satabiliyor olmanız lazım. Biz Türk olarak TEİAŞ’la görüşürüz, problemlerimizi anlatırız, bazen anlaşır bazen anlaşamayız ancak yabancı bir yatırımcının bunu Türkiye’de yapabilmesi çok zor. Bu sektörün önündeki engelleri kaldırmazsak ‘yabancı yatırımcı gelsin, panelini üretsin, ihraç etsin’ mekanizması işlemez. Sektörün rekabete açık olması lazım. Önümüzdeki beş bu bariyerleri kaldırmazsak yatırımların gelmesi gecikir ya da istediğimiz miktarda olmaz. Türkiye’ye dışarıdan yatırım almadan, sadece makine ve ekipman alarak bu oyun sürdürülemez. Güneş paneli üretim tesislerimiz var diyoruz. Türkiye’deki üretim tesisleri 90’ı geçti. Kurulu kapasite olarak da dünyanın Çin’den sonra ya üçüncü ya dördüncüsüyüz ama sıfıra yakınını ihraç ediyoruz. Domates ve patatesi bile ihraç ediyoruz ama güneş panelini ihraç edemiyoruz. Bu tesisler maalesef bir fabrikadan çok montaj atölyesi gibi. İhraç edebilmemiz için bizim mutlaka belli bir hacimli olarak bunları üretmemiz, ham maddeyi çok daha uygun fiyatlara almamız, belli bir kalite standardını getirmemiz lazım. Bu ürünler ihraç edilirken de ihracat desteği verilmesi gerekiyor. Sadece yatırımcıya teşvik vermekle sektör gelişmiyor, ihracata da teşvik verilmeli. Şimdi bakanlığımız HIT-30 adlı bir programla yüksek teknoloji ürünleri üreten tesis yatırımlarına ciddi teşvikler vermeye başladı. Bu her MW birime direkt hibe veren teşvikler Çin’in kendi sanayisini geliştirirken uyguladığı politikaya çok benziyor. Yine ABD’deki ‘air inflation’ denilen üretim teşviklerine de benziyor. 90 tane montaj atölyesi olmasındansa beş tane yurt dışından teknoloji getiren ve Türkiye’yi ortak alan, önümüzdeki 10 yıl içinde nereye gideceğini bilen, teknolojisinin Ar-Ge’sini yapan Uzakdoğulu ya da Avrupalının getirilmesi lazım. Çünkü bu ürünler Türkiye’de üretilip ihraç edilmezse maalesef çok acı da olsa bir katkısı olmayacak. Çünkü kurduğunuz bu tesisler üç-dört yıl sonra ömrünü tamamlamış oluyor. Tekrar yapmanız lazım. Eğer yanınızda teknolojisini geliştiren bir şirket yoksa o kurulan tesis çöp oluyor ve ithalat için para vermiş oluyoruz, ülkenin dövizi dışarıya gidiyor. Dolayısıyla kamunun bu teşviği verirken yurt dışından bir sermayenin gelmesi, bir lokal şirketle ortak olması, ürettiklerinin bir bölümünün de -tercihen yarısının- ihracata yönelik olmasını mutlaka gözetmesi lazım. Türkiye’nin artık sadece iç piyasasına ürün üreten bir ülke olmaması gerekiyor. Bunu yapabilirsek Türkiye sanayileşebilir, Çin’e benzer bir hikaye yaratabilir.