Doğu Akdeniz bir daha eskisi gibi olmayacak

Aralık ayı içerisinde ülkemiz ile Libya arasında, Akdeniz’in karşılıklı birbirini gördüğü alanda ekonomik münhasır alan imzalanmıştır. Bu çok çok çok geç kalınmış, çok önemli bir adımdır. Ayrıca vakit kaybetmeden aynı adımı ülkemizin Mısır ile de atması gerekmektedir. Aksi takdirde Akdeniz’in bir “Yunan Gölü” olduğu savını engelleyemeyiz ki; geldiğimiz süreçte zaten Yunanistan’ın bu konuda ne kadar haksız ve bencil bir politika içerisinde olduğunu hepimiz biliyoruz (Şekil 1). Şekil 1 maalesef uzman sıfatı ile Demetrios Tsailas’ın 18 Mart 2012’de “Strategy International” isimli kuruluşun yayınladığı ve başlığı “Ekonomik münhasır alandaki savaş” (War on the Exclusive Economic Zone) olan makalesinde, sözde Türkiye’nin ne kadar agresif ve Yunanistan’ın ise ne kadar yapıcı olduğu ve haklarının ne kadar ihlal edildiği gibi konulara değinilmiştir. (İlgilenenler için makalenin web adresi https://strategyinternational.org/war-exclusive-economic-zone/). Bu tip yazılara itiraz edilip edilmediği, ya da itiraz edilmesinin doğru ya da yanlışlığı Dışişlerinin görev alanında olduğu için ben bu konuda yorum yapmayacağım. Ancak çoğumuz için gerekli olan bilgi “ekonomik münhasır alan” nedir ve nasıl yapılır, ayrıca Akdeniz’deki geçmişten gelen anlaşmaları kısaca burada kaleme alacağım.

DOĞU AKDENİZ’DE HİDROKARBON ARAMALARI 1970’Lİ YILLARIN BAŞINDA İSRAİL’İN KITA SAHANLIĞINDA AÇTIĞI KUYULARA DAYANIR

Münhasır ekonomik bölge (MEB) kavramı, 1982 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku sözleşmesinin 55’ten 60’a kadar olan maddelerinde açıklanmıştır. Bu maddeler kısaca 200 deniz mili boyunca, ülkelere canlı ve cansız doğal kaynakların araştırılması ve işletilmesi, denize ilişkin genel araştırma yapma hakkı, deniz üzerine tesis inşa etme, deniz altı kabloları ve deniz tabanına petrol ve doğal gaz boru hatları döşeme, petrol ve doğal gaz arama ve üretimi yapma ve diğer ekonomik davranışlarda bulunma serbestliği tanıyan hukuki bir kavramdır. Bu bölge ülkelerinin kıta sahanlığı dışında kalan bölgeyi kapsamaktadır. Kıta sahanlığı daha jeopolitik anlam taşırken, münhasır ekonomik bölge daha çok ekonomik ve hukuksal bir anlama sahiptir. Başka bir deyişle o bölgedeki doğal kaynakların ve diğer tüm ekonomik faaliyetlerin, bu faaliyetlere balıkçılık bile dahildir, ilgili ülke lehine sahiplik ve işleme yetkisi vermektedir. Münhasır ekonomik bölge uygulaması ile amaç, ülkelerin hak sahibi bulunduğu denizlerdeki veya okyanuslardaki ekonomik zenginlikleri olabildiğince adil ve kavgasız paylaşmasını sağlamaktır. Münhasır ekonomik bölge uygulamasında en çok sorun coğrafi konumdan kaynaklanır, çünkü; dünya spheroid olduğu için ve kıtalar homojen dağılmadığı için ülkelerin 200 mil sınırları birbirleri ile çakışmaktadır. Böyle durumlar söz konusu olduğunda ülkelerin kendi aralarında anlaşmaları gerekmektedir. Ayrıca “ters kıyı adaları” olarak adlandırılan ve ülkeler arasında anlaşmazlığa neden olan adalar da, ülkeleri ikili anlaşma yapmaya iten nedenlerdir. Söz konusu “ters kıyı adaları” ortay hat çizildikten sonra ters tarafta kalan adalardan oluşmakta ve bu adaların karasuları dışında kıta sahanlığına sahip olması söz konusu olmadığı, Uluslararası Hakem Mahkemesinin, Fransa ve İngiltere arasındaki Kanal Kıta sahanlığı uyuşmazlığında açıkça belirtilmektedir. Yalnız, Türkiye Cumhuriyeti 1982 yılında kabul edilen bu Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesini imzalamamış ve taraf olmamıştır. Ancak bununla beraber 17 Kasım 1986 yılında Sovyet Rusyası ile Karadeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge sınırları için anlaşma imzalamış ve daha sonra 1990 yılında Sovyet Rusya’nın parçalanması ile bu anlaşmayı bölge ülkeleri ile de tekrar görüşülmüş ve onaylanmıştır. Yani Karadeniz’de 1986 yılından beri gelen bir münhasır ekonomik bölgemiz mevcuttur ve tüm yapılan petrol arama ve üretim ameliyeleri bu alanlarda tartışmasız bir şekilde yapılmaktadır. Peki Karadeniz’de bu anlaşmalar yapılırken neden Akdeniz göz ardı edilmiştir? Ayrıca münhasır ekonomik bölge belirlemenin önemi Doğu Akdeniz’de meydana gelen önemli doğal gaz keşifleri ile mi aklımıza gelmiştir?

Libya ile yapılan münhasır ekonomik bölge anlaşmasının önemini anlatmadan evvel, Doğu Akdeniz’de yapılan münhasır ekonomik bölge anlaşmalarını kronolojik olarak anlatacağım. İlk olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 17 Şubat 2003 yılında Mısır ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamış ve 2004 yılında Birleşmiş Milletler tarafından bu anlaşma tescil edilmiştir. Türkiye bu anlaşmaya 23 Temmuz 2007 tarihinde itiraz etmiştir. 17 Ocak 2007 yılında bu sefer Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Lübnan ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamıştır. Lübnan 14 Kasım 2011 yılında bu sınırı Birleşmiş Milletlere bildirmiştir. 17 Aralık 2010 yılında ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu sefer de İsrail ile münhasır ekonomik bölge anlaşması yapmıştır (Şekil 2). Kısaca belirtmek gerekirse, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon aramaları 1970’li yılların başında İsrail’in kıta sahanlığında açtığı kuyulara dayanır. 1985 yılına gelindiğinde Türkiye İskenderun körfezinde arama çalışmalarına başlamıştır. 1993 yılında İsrail ve 1997 yılında Mısır deniz alanlarında keşifler yapmıştır. 1998 yılında İsrail, Yam Tethys sahasını keşfetmiş ve 2000-2003 yıllarında Gazze şeridinin deniz alanlarında gaz keşifleri yapmıştır. 2009 yılında Dalit ve Tamar ve 2010 yılında Leviathan gaz sahalarını keşfeden İsrail yaklaşık 27 Tcf’lik rezerve sahip ülke olmuştur. 2011 yılında ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimide Aphrodit sahasında 8 Tcf’lik gaz keşfettiğini duyurmuştur(Şekil 2). Mısır ,hali hazırda 2011 yılına kadar gaz ihraç eden ülke konumunda iken, bu tarihten sonra yeni rezervler ekleyemediği için 2014 yılında gaz ihracını durdurmuş ve gaz satış kontratlarını yerine getiremez olmuştur. Ancak 2015 yılında Eni şirketinin keşfettiği 30Tcf’lik Zohr gaz sahası ve onu takip eden 2Tcf’lik Noros, 1.5Tcf’lik Atoll ve diğer keşifleri ile birlikte toplamda 75.5 Tcf (2.1 Tcm) gaz ve 3.3 milyar varil petrol rezervleri ile birlikte bölgedeki en önemli ülke konumuna gelmiştir. Özetle Akdeniz’in bu alanlarının petrol ve doğal gaz kaynakları için büyük şirketlerin büyük keşifler peşinde olacağı bir bölge olduğunu konu ile ilgili daha önceki yazılarımda dile getirmiştim. Bu keşifler ve yeni keşifler ile birlikte Doğu Akdeniz’in Avrupa’ya fiziki olarak yakın olması ve bölgedeki keşifler açısından da hem Avrupa’nın gaz tedarik çeşitliliği ki; hepimizin bildiği gibi Avrupa’da bizim gibi gaz tedarikinde  Rusya’ya bağımlıdır ve bu bağımlılıktan kurtulmak için önemlidir diyede belirtmiştim. Bir başka yazımda da bu bölgede söz konusu gazların Avrupa pazarına ulaşmasını önlemek için Rusya’nın petrol şirketleri vasıtası ile hem Doğu Akdeniz’de hem de Kuzey Irak’ta rezerv satın aldığını bu sayede bu gazların Avrupa’ya ulaşmasını engellediği gibi, ulaşırsa bile fiyatını kontrol etme lüksüne sahip olacağını ve yine bu gazları kendisinin satacağını belirtmiştim.

Libya’nın bölgedeki durumu ve önemine bakacak olursak, aslında Libya önemli bir petrol ülkesidir. Kaddafi döneminde ise Libya’da gelişmiş bir petrol sektörünün var olduğunu o dönemde orada yaşadığım için biliyorum.  2018 yılı itibari ile Libya 48.4 milyar varil petrol ve 50.5 Tcf doğal gaz rezervlerine sahiptir. Şunu akılda tutmak gerekir ki; Libya iç savaşa sürüklendiğinden beri ülkede petrol ve doğal gaz sahaları ağır hasar görmüş ve Mellitah (Libya) -Gela (Sicilya-İtalya) arasında döşenmiş olan ve yıllık kapasitesi 8 milyar metre küp olan Greenstream boru hattında, ihraçta %75’lik bir düşüş gerçekleşmiştir. Bunun yanında İspanya’ya LNG satışları da 2011′ den beri LNG tesisinin hasarlı olmasından dolayı yapılamamıştır. Ayrıca Libya’da 2011 yılındaki iç savaş nedeni ile arama çalışmaları durma noktasına gelmiştir. Hali hazırda Libya’da aranacak çok büyük kara ve deniz alanları mevcuttur. Aslında Libya petrol ve doğal gaz açısından Avrupa’nın tedarik zincirinde önemli bir yer tutmaktadır. Avrupa, Doğu Akdeniz gazlarını tedarik edebilmek için Doğu Akdeniz boru hattı (East-Med Pipeline) projesini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Tahmini maliyetinin 7 milyar $ olacağı ve 2200km’lik bir boru hattı ile birlikte Doğu Akdeniz gazlarının Avrupa’ya ulaştırılması planlanmaktadır. Avrupa söz konusu boru hattını Rusya’ya olan bağımlılığını azaltacağı için çok önemsemektedir. Avrupa Komisyonu bu  nedenle projeyi “ortak menfaat projesi” kapsamına almış ve teknik çalışmaların tamamlanması için  34.5 milyon € (38.9 milyon $) ödenek ayırmıştır. Amerika ise Mısır veya Güney Kıbrıs LNG santralleri olan alternatif projeleri istemeyerek,  Doğu Akdeniz boru hattı projesi sayesinde İsrail’in Avrupa ile doğrudan temasının olacağı ve Rus gazının Avrupa üstündeki tekel konumuna son verecek olması hasebi ile desteklemektedir. Öte yandan, bu boru hattı sadece Güney ve Güney Doğu Avrupa’nın ihtiyacını karşılayacak kapasitede olduğundan, Amerika’nın Avrupa’ya LNG satabileceği bir boş kapasitede yaratacaktır. Kısacası bir taşla iki kuş vuracak ve bölgedeki hidrokarbon rezervlerine sahip olmakla kalmayıp, hem Rusya’nın hegemonyasını azaltacak hemde kendine ekstra pazar yaratacaktır. Ancak bölgede yapılması planlanan boru hattı denkleminde Akdeniz’e en uzun kıyısı olan Ülkemiz dikkate alınmamıştır. Oysaki Türkiye’yi içine alacak bir gaz ihraç senaryosunun daha ekonomik olacağı kesindir.

Libya ile imzalamış olduğumuz bu münhasır ekonomik bölge ile artık Doğu Akdeniz gazları kendi başlarına Avrupa’ya ulaşamayacaktır. Türkiye burada hem haklı, hem de egemen konumundadır. Yunanistan’ın sözde çizdiği ve her türlü mecrada yayınlanan tek taraflı ve hakkaniyetsiz ve hiçbir usul ve hukuka dayanmayan münhasır ekonomik bölge sınırları ile Doğu Akdeniz bir Yunanistan iç denizi halini alıyor ki; hayli komik ve şuursuzcadır. Ayrıca bu imza ile Türkiye, Libya ile deniz  komşusu olmuştur (Şekil 3).

DOĞU AKDENİZ ANTİK ÇAĞLARDAN BERİ ODAK NOKTASI OLMAYA GELECEKTE DE DEVAM EDECEKTİR

Bunun yanında söz konusu deniz alanlarında ikili anlaşmalar ile hidrokarbon araması yapabilecekleri gibi, Yunanistan’ın Girit adasını kullanarak – daha öncede Güney Kıbrıs’ı kullanarak yaptığı gibi-  hem Libya’ya hem de Türkiye’ye ait deniz alanlarında arama ve üretim ruhsatı vermesi engellenmiş ve her iki ülkeye ait bu doğal kaynakların yağmalanmasının önüne geçilmiştir (Şekil 4).

Ek olarak yukarıda bahsedildiği gibi Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya gidecek olan boru hattı, artık Türkiye deniz alanlarından geçmek zorunda olduğu için, öncekiler gibi, üstelik daha pahalı olan Türkiyesiz bir gaz ihraç senaryosunu imkansızlaştırmıştır. Şimdi sadece Mısır’ın LNG tesisinin bölge gazlarının Avrupa’ya ulaştırılması için kullanılması seçeneği kalmıştır ki; bu seçeneğin de Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığında düşürücü bir etkisi olmayacaktır. Avrupa doğal gaz ithalatında Rus gazına olan kırılgan bağımlılığından kurtulmak ve sürdürülebilir bir gaz tedariki oluşturabilmek için Türkiye’yi denkleme eklemek zorunda kalmıştır. Tam da bu noktada ve konjonktürde, Türkiye’nin Mısır ile münhasır bölge sınırı için mutabakata varması ve Mısır’ın Güney Kıbrıs ile yaptığı ve bizim alanlarımızı ihlal eden münhasır ekonomik bölge sınırlarında tadilat yapması gerekmektedir (Şekil 4). Bu antlaşma geciktirilemez ve ne kadar gecikirse kaybedilecek şeyler o kadar fazla olacaktır. Bu adımların bir an önce atılması hem bize ait doğal kaynakların yağmalanmasını, hem de bölgede mevcut enerji denklemlerinin tekrar kurulmasını ve Doğu Akdeniz’de bize ait alanları koruyacağımızı ilgili ilgisiz tüm ülkelere bildirmek ve egemenlik haklarımızı kullanmak için elzemdir. Aksi takdirde MÖ 2000’li yıllardan beri Doğu Akdeniz’de süregelen güç savaşları, günümüzde de tıpkı antik çağlarda olduğu gibi, bölgenin ekonomik zenginliğine sahip olmak adına, sadece oyuncuların değiştiği ama oyunun aynı kaldığı, bitmek tükenmek bilmeyen klasik bir tragedyanın sayısız kere sahnelenmesi olarak devam edecektir. Doğu Akdeniz antik çağlardan beri odak noktası olmaya gelecekte de devam edecektir.