Çin-ABD ticaret savaşlarında enerjinin payı

Petrol piyasaları da dahil olmak üzere neredeyse tüm piyasaların yakından izlediği bir konu var bu aralar; ABD ve Çin arasındaki, “ticaret savaşları” diye adlandırılan, karşılıklı ticaretin hükümleri üzerine dönen bir sürtüşme. En başta ABD tarafından başlatılan ve Çin’in tepki vermesi ile büyüyen, daha sonra ikili görüşmeler ile yumuşuyor gibi görünen ancak ABD’nin yeni gümrük tarifeleri ile yeniden alevlenen bir mücadele.

Bu mücadele geçmiş iki buçuk hafta içerisinde petrol fiyatlarının 2019’un en yüksek seviyesinden yılın en düşük seviyesine düşmesini sağlayan bir tedirginlik dalgası oluşturdu. Bu tedirginlik dalgası İran’a uygulanan yaptırımlar sonrası verilen ek sürenin bittiği ve İran ihracatının neredeyse sıfıra yaklaştığı bir dönemde, OPEC+ üyelerinin üretim artırma yönünde bir mesaj vermediği bir ortamda oldu ki talep yönünde ne kadar ciddi bir baskı oluşturduğunu görmek için önemli.

Dünyanın en büyük iki ekonomisinin bu sürtüşmesi, iki ülkenin tüketim ve ticari faaliyetlerini etkileyeceği gibi küresel boyutta bir durgunluğa da neden olacağı endişesi enerji talebi üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Bu baskı ilk bakışta Asya’ya ve özellikle Çin’e petrol ve LNG satmak isteyen ABD’nin kendini kendi ayağından vurması gibi görünmekte. 2018’in ilk yarısında büyüyen ABD’den Çin’e olan ham petrol ve LNG ticareti, başlayan bu ticaret savaşı ile çok ciddi bir hacim kaybetti. Burada ham petrol fiyatlarının yükselmesi ile artık bu rotanın ekonomik olmaması ve Çin’in tipik petrol fiyatları yüksekken ithalatını düşürmesi stratejisi gibi faktörler de var muhakkak ancak yine de ABD’nin başlattığı bu uyuşmazlık ilk etapta yine kendisini vurmuş gibi.

Peki ABD’nin asıl almak istediği ne? İşin iki ülke arasındaki ticaret dengesinin Çin lehine çok ciddi açılmış olması ile mutlaka yakından alakalı. ABD’nin uzun zamandır Çin hükümetinin Yuan üzerindeki kontrolünden rahatsız olduğu ve Çin firmalarının katma değeri yüksek teknoloji ürünlerinin ABD pazarında büyümesinden rahatsız olduğunu duymayan kalmadı. Hatta Huawei’nin son uğradığı ambargo da muhtemelen bu konu ile yakından alakalı.
Ancak ben yine olaya kendi konum çerçevesinden bakarak konuşağım, bilmediğim konulara girmeyeyim. Benim gördüğüm kadarıyla ABD’nin küresel petrol ürünü talebini orta ve ağır ürünlerden hafif ürünlere çekme startejisi Çin üzerinde işe yaramadıkça anlamsız kalacak. Özünde kendi petrolünü satmak isteyen ABD’nin ürettiği petrole gerçekçi talep oluşturması için dünyada hafif petrol talebinin ciddi miktarda artması gerekiyor. IMO2020 diye bildiğimiz denizcilik yakıtlarında sülfür oranının kısıtlanması projesi de bence fuel oil talebine, özellikle yüksek sülfürlü fuel oil üreten Rusya rafinerilerine bir hamle olarak ortaya kondu.

Ardından da İran ve Venezuela’da izlediğimiz senaryolar ile beraber dünyada orta ve ağır petrol üretiminin sadece ABD’nin müttefiki olan üreticilerin elinde kalması, aradaki boşluğun da yavaş yavaş ABD hafif petrolü ile doldurulması planı devreye girdi. Bu planın bir sonraki basamağı olarak önümüzdeki 20-30 yıllık dönemde de dizel ve fuel oil talebinin düşmesi, bunu yerine yerine benzinin alması, ve elektrik tüketiminin artırılması ile de gaz talebinin yoğunlaşması hedefleniyor. Asya gaz talebi için de aslında tek gerçek kaynak LNG olduğu için de daha önceden tasfiye işlemi başlatılmış Katar’ın yerine de yavaş yavaş ABD’nin yerine konması planı devreye girecek.
Bütün bunların Çin’in ekonomik faaliyetlerini tekrar dizayn etmeden ve Çin’i dizginlemeden yapmak imkansız olduğu için de bugünkü ticaret savaşları kaçınılmaz oldu. Aslında bayağı uzun zamandır bu sürtüşmenin başlayacağı belliydi. Aslında ABD’nin Çin’e olan ticari bağımlılığı Çin’in ABD’ye olan bağımlılığından çok daha az ancak ülke bazında bakıldığında ABD’nin ticaret dengesizliğinin en yüksek olduğu ülke Çin olduğu için ABD’nin temel sorunlarını daha derinleştiren ve gelecek için ciddi bir sıkıntı oluşturacak bu durumun çözülmesi artık kaçınılmaz oldu. Şimdi ise bunun sancılarını izliyoruz hep beraber.

Bu sancı yanında dünyanın gelecek 15-20 yıl içerisindeki gerçek anlamda tek talep noktaları olacak Çin ve Hindistan üzerinde baskısını artırması ve onların ticari faaliyetlerinde ABD ekonomisine ve çıkarlarına zarar verecek hamleleri yapmasını engellemesine dair adımlar atması ABD açısından gayet mantıklı. Hem ekonomik olarak elinde bulundurduğu gücü kaybetmemek hem de petrol ve LNG ihracatçısı bir ülke konumuna geçmek için bu şart.

Arap Petrol Ambargosu’ndan bu yana artık çok bariz şekilde rahatsızlık yaratan ve ABD’nin karşısındaki ülkelerin fiziki ticaretlerinde de onları fazlasıyla rahatsız eden petrodolar sarmalında bence ABD-Çin ticaret savaşları miladi bir rol oynayacak. Çin’in yuan ile ticareti yapılan futures petrol kontratları ile fiziki petrol teslimatlarına başlaması ve hatta Batı Afrika’dan gelen kargoların neredeyse tamamının bu kontratlar ile işlem görmesi petrodolar için son on yılda oluşan en büyük tehdit konumunda. Eğer Orta Doğu üreticileri de aynı cendereye kapılırsa işte bu ABD’nin en büyük kabusunun başlangıcı olabilir. Bütün bunları üst üste koyunca Çin-ABD ticari savaşlarının ne denli büyük ve önemli olduğunu anlayabiliyoruz.

Olayı tamamen bir enerji meselesiymiş gibi lanse etmek istemem ama bence enerji bu işin önemli bir payına sahip. Dünyanın içinde bulunduğu değişim rüzgarında enerji piyasasının dinamikleri de yeniden dizayn ediliyor ve ABD her zamanki gibi öncü konumunu kaybetmek istemiyor. Çin ise 18. yüzyıla kadar Hindistan ile beraber elinde tuttuğu küresel gayri safi hasıladaki baskın konumuna tekrar dönmek için çok iyi bir fırsat yakaladığının farkında. Bu curcunayı Avrupa, Rusya, Hindistan, Japonya ve Asya Pasifik ülkeleri çok yakından takip ederek kendilerini konumlandırmaya çalışıyorlar. Peki Türkiye bu çekişmelerde gerçekten pasif bir durumda kalmalı mı? Sanırım bunu uzun uzun tartışmamızda fayda var.

Türkiye olarak petrol piyasasında yakına uzak kalmak