Küresel doğal gaz yatırımlarında beklenti yüksek

Uluslararası raporlara göre dünya doğal gaz ve LNG talebi büyürken, bu alanda yapılacak yatırımlara da 2050 yılına kadar 9 trilyon dolarlık bir kaynak ayrılması planlanıyor. Türkiye, arama-üretim, yeniden gazlaştırma, depolama ve doğal gaza hidrojen karıştırılması gibi birçok konuda yatırımlarına emin adımlarla devam ediyor.

Raşit Kırkağaç / İstanbul

Uluslararası piyasalarda yaşanan belirsizlikler, Rusya – Ukrayna savaşının beraberinde getirdiği arz güvenliği sorunları ile birlikte doğal gaz önemini koruyan bir yakıt olmaya devam ediyor. Ülkeler bir yandan yeşil dönüşüme adapte olmaya çalışırken bir yandan da enerji arz güvenliklerini tehlikeye düşürmemek adına doğal gaz yatırımlarını sürdürüyor. GECF, IEA, IEEFA raporlarına göre dünya doğal gaz talebi 2023 yılında 0,5 büyüdü. Ayrıca raporlarda 2050’ye kadar doğal gaz talebinin 4 trilyon metreküpten 5,5 trilyon metreküpe ulaşması ve bu talebi karşılayabilecek yatırımlar için 9 trilyon dolarlık bir kaynak tahsis edilmesi bekleniyor.

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Gaz İhraç Eden Ülkeler Forumu (GECF), ülkelerin ilgili bakanlık ve düzenleyici kuruluş verilerine bakıldığında küresel doğal gaz üretiminin 2050 yılına kadar 1,5 trilyon metreküp artarak 5,5 trilyon metreküpe ulaşması düşünülüyor. Yatırımlarda Asya Pasifik ve Kuzey Amerika’nın ön sırada yer aldığı görülürken, Avrasya, Afrika, Orta Doğu’nun bu sıralamayı takip edeceği, Avrupa’da ise doğal gaz yatırımlarının yeşil dönüşüm kaynaklı yavaş seyredeceğinin altı çiziliyor.

Asya Pasifik’te 2050 yılına kadar 2 trilyon dolar yatırım yapılacağı üzerinde durulan verilerde Çin, Endonezya ve Avustralya’nın yapacağı yatırımlarla paylarının yüzde 80’i bulacağı belirtiliyor. Rusya ise Avrasya yatırımlarının yüzde 70’ini tek başına karşılarken bölgede toplam yatırım miktarının 1,5 trilyon doları bulacağı üzerinde duruluyor. Kuzey Amerika’da ise ABD ve Kanada’nın toplamda 1,3 trilyon dolarlık yatırım hedefi bulunuyor. Küresel Kuzey – Küresel Güney tartışmaları ışığında ve yeşil enerji dönüşümüne giden yolda daha fazla destek bekleyen Afrika’da ise doğal gaz yatırımları devam ediyor. Cezayir, Nijerya, Mısır, Senegal ve Mozambik gibi ülkelerin başı çektiği bölgede gaz üretimine 1 trilyon doların üzerinde yatırım yapılması planlanıyor. Orta Doğu’da ise Katar LNG kapasitesini 2030’a kadar 142 milyon tona çıkarmayı hedeflerken bu ülke ile birlikte Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran tarafından yapılacak yatırım oranının, toplam yatırım oranı içindeki payının yüzde 90 olacağı ve bölgedeki yatırımların 2050’ye kadar 1 trilyon doları aşacağı belirtiliyor.

Avrupa ise bir yandan Rusya’dan gaz alımını keserken diğer yandan keşif ve üretim konusunda 2050 yılına kadar yaklaşık 350 milyar dolarlık bir yatırım planlıyor.

KÜRESEL LNG YATIRIMLARI

Dünya LNG talebinin önümüzdeki 5 yılda yüzde 50 artması bekleniyor. 2050’ye kadar doğal gaz sıvılaştırma ve yeniden gazlaştırma tesisleri ve boru hatlarını kapsayan altyapı yatırımlarına 740 milyar dolarlık kaynak aktarılacağı öngörülüyor. Bu yatırımın 438 milyar dolarının doğal gaz sıvılaştırma, 230 milyar dolarının yeniden gazlaştırma altyapısına, kalan miktar olan 72 milyar dolarlık yatırımın ise boru hatlarına yönlendirileceği hesaplanıyor.

Pandemi sonrasında Çin’in gaz talebi 7 kat artarken, Çin dünyanın en büyük LNG ithalatçısı unvanını da geri kazandı. Bunun sonucunda 203 milyar dolar yatırım yapılması beklenen Asya Pasifik bölgesinde yatırımların yüzde 73’ünün LNG alanına ayrılacağı belirtiliyor. Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü’ne (IEEFA) göre LNG ithalatı Avrupa gaz tüketiminin 2023 yılında yüzde 37’sini oluşturdu. Ayrıca, Avrupa’da LNG ithalat kapasitesi de Şubat 2022’den bu yana 50 milyar metreküpten fazla gerçekleşti ve iletim altyapısına yaklaşık 52 milyar dolar ayrılması gündemde. Afrika’da ise 2050’ye kadar iletim altyapısına 120 milyar dolar yatırım planlanıyor. En çok yatırım yapacak ülkeler olarak Mozambik, Tanzanya, Moritanya, Nijerya ve Senegal öne çıkıyor.

DOĞAL GAZ YATIRIMLARINA HİDROJEN DESTEĞİ

AB’nin yayınladığı REPowerEU Planına göre AB, 2030 yılına kadar Rusya kaynaklı fosil yakıt bağımlılığını, kaynak çeşitlendirmesi ile çözmeye çalışıyor. Bu kapsamda yenilenebilir enerji yatırımlarını hızlandırmayı ve yeşil hidrojen üretimini 10 milyon tona çıkarmayı hedeflerken, 10 milyon ton hidrojeni de ithal etmeyi planlıyor. IEA’ya göre, küresel hidrojen kullanımı ise 2023 yılında önceki yıla göre 3 kat arttı ve 95 milyon tona çıktı. IRENA’ya göre ise 2023 yılında gerçekleştirilen hidrojen yatırımları 1,1 milyar dolara ulaştı. 2050’de bu rakamın 170 milyar dolar civarında olması bekleniyor. İngiltere başta olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri gaz karışımına hidrojen eklemenin gazla çalışan elektrik santrallerinin daha temiz elektrik üretilmesinde önemli bir yol kat edeceğini düşünüyor. Avrupa Komisyonu’nun enerji bölümü kıdemli danışmanlarından biri olan Tudor Constantinescu, “AB’nin iklim hedeflerine ulaşmak için gaz endüstrisinin hidrojene ve diğer düşük karbonlu gazlara dönüşümünü hızlandırması gerektiğini” söylemesi de hidrojenin doğal gaz endüstrisindeki önemini anlatıyor.

TÜRKİYE’DE DE DOĞAL GAZ YATIRIMLARI DEVAM EDİYOR

Türkiye, son yıllarda doğal gaz arz güvenliğini sağlama adına önemli yatırımlara devam ediyor. Hal-i hazırda mevcut olan 4,6 milyar metreküp kapasiteli Silivri Doğalgaz Depolama Tesisi ve 1,2 milyar metreküp kapasiteli Tuz Gölü Yer Altı Doğalgaz Depolama Tesisine ilave olarak devreye alınan LNG terminalleri ve FSRU bu anlamda önemli rol oynuyor. Türkiye ayrıca depolama kapasitesini 2028 yılı sonuna kadar 5,8 milyar metreküpten 13,4 milyar metreküpe çıkarmayı hedefliyor.

Bir yandan şebeke ve iletim yatırımları devam ederken bir yandan da Sakarya Gaz Sahası’ndan şebekeye aktarılan miktarın artırılması için çalışmalar devam ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre, günlük 3,7 milyon metreküplük bir üretim rakamına ulaşıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar da doğal gaz aramalarının devam edeceğini ve Karadeniz’de 3 lokasyonda aramaların hızlandırılacağını ifade etti.

Yine hidrojen alanında da Türkiye’de önemli çalışmalar mevcut. GAZBİR-GAZMER tarafından Konya’da hayata geçirilen Temiz Enerji Teknoloji Merkezi konuyla ilgili çeşitli laboratuvar testlerine devam ediyor. GAZBİR Başkanı Yaşar Arslan, konu ile ilgili yaptığı açıklamalarda doğal gaza yüzde 10 oranında hidrojen enjekte edilmesiyle birlikte Türkiye’nin doğal gaz ithalat faturasının ciddi oranda azaltılabileceğinin altını çizdi.

Elektrik Üreticileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Cem Aşık

‘DOĞAL GAZ YENİLENEBİLİR ENERJİYE GEÇİŞ SÜRECİNDE ÖNEMLİ ROL OYNAMAYA DEVAM EDECEK’

GECF’nin yayınladığı “Global Gas Outlook” raporunu incelediğimizde Dünya geneli enerji talebinin 2050’ye gelirken yüzde 20 artacağı görülüyor. Enerji talebine yönelik bu artış ile birlikte, doğal gaza olan talebin de yüzde 34’lük bir artışla yaklaşık 5,4 trilyon metreküpe çıkacağı öngörülüyor (2022 itibarı ile bu rakam yaklaşık 4 trilyon metreküptü).

Doğal gaza yönelik talep artışına baktığımızda, elektrik üretim sektörünün toplam dağılım içerisinde yüzde 37 ile öne çıktığını görmekteyiz.

Bu durumda doğal gazın toplam elektrik üretimi karışımı içindeki payı yüzde 26’ya çıkıyor. Bu artış, yenilenebilir enerji alanındaki agresif büyüme ve elektrifikasyonda artış hedefleri ile doğrudan bağlantılı.

“LNG TİCARETİNİN AĞIRLIKLI OLACAĞI ÖNGÖRÜLÜYOR”

Bunların yanında doğal gaz ticaretinde LNG’nin ağırlıklı olacağı öngörülüyor. 2050 itibarı ile gaz ticaretinin yüzde 64’ünün LNG formu ile gerçekleştirilmesi bekleniyor. Bunun yanında ilginç bir öngörü de yeni talebin ağırlıklı konvensiyonel sahalardan karşılanacağı ve kaya gazındaki artışın sınırlı kalacağı beklentisi.

“DOĞAL GAZ SANTRALLERİ SİSTEME CİDDİ ESNEKLİK VE GÜVENİLİRLİK KAZANDIRIYOR”

Elektrik şebekesi açısından baktığımızda, doğal gaz santralleri sisteme ciddi bir esneklik ve güvenilirlik kazandırmakta, güneş ve rüzgâr enerjisi ile özellikle kuraklık dönemlerinde hidroelektrik santrallere yedekleme desteği vermektedir. Dağıtık üretime yönelik akıllı şebekeler, talep tarafı katılımı ve pil depolama tesisleri, yenilenebilir üretimin yarattığı dalgalanmaları giderek daha fazla dengeleyebilecek hale gelse de, doğal gaz santralleri yeşil dönüşümün en önemli destekleyicilerden biri olmaya devam edecek.Bu olgular dikkate alındığında, doğal gaz yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinde uzun bir süre daha önemli bir rol oynamaya devam edecektir diyebiliriz.

Transpasifik Enerji Mühendislik A.Ş.  Makina Yük. Mühendisi  Kıvanç Görkem Üçlertoprağı

‘DOĞAL GAZDA MEVCUT YATIRIMLARIN SÜRMESİNİ BEKLİYORUZ’

COP28 zirvesi fosil yakıt üreticilerinin de ilk defa bu zirvede sürece kısıtlı taahhütlerle dahil olması, iklim değişikliğinden dolayı kritik durumda olan ülkelere limitli destekler gibi bazı konularda ümit verirken küresel ısınmayı en azından kontrol edilebilir düzeyde tutmaktan hala ne kadar uzak olduğumuzu da ortaya koydu. Bu noktada doğal gaz, kömür gibi daha yoğun emisyonlar üreten yakıtlara göre temiz enerjiye geçiş döneminde, görece temiz fosil yakıt olarak öne çıkıyor. Başta ABD, Avustralya ve Orta Doğu ülkeleri olmak üzere, rezerv sahibi ülkeler doğal gazı LNG yoluyla ihraç etmek için yatırımlarına devam ediyorlar. Rusya ise kaybettiği Avrupa pazarına alternatif olarak, zorunlu olarak yüzünü Doğu’ya çevirmek ve hem LNG hem de boru hattı için doğal gaz yatırımlarını gündeme almak zorunda kaldı.

Son dönemde, Çin üretimi güneş panellerindeki arz fazlası ve üretim maliyetlerindeki düşüş, yenilenebilir enerji santralleri yatırımlarında gözlenen hızlı fiyat düşüşünün en önemli etkenlerinden biridir. Ukrayna-Rusya savaşı ile hızlanan AB’nin yenilenebilir enerjiyi destekleyen RepowerEU ve ABD’deki cömert teşvikler içeren enflasyonu düşürme yasası ile de desteklenen bu trend yenilenebilir enerji projelerinin beklenenden hızlı bir şekilde yaygınlaşmasının önünü açtı.

Devlet teşvikleri ile geçmişte fizıbl hale gelen yenilenebilir enerji projeleri (özellikle Almanya’nın Energiewende yasasının etkisi önemlidir), rüzgar santralleri için çoğunlukla hala desteğe ihtiyaç duyarken, güneş enerjisi artık desteksiz şekilde rekabetçi temiz enerji üretimini başardı. Artan yenilenebilir enerji üretiminin fosil yakıtlara olan ihtiyacı düşürmesi beklenirken, yenilenebilir enerji kaynaklarının kesintili ve dalgalı üretim yapısı, bu enerjinin üretilemediği zamanlarda hızlı devreye girebilen ve nispeten düşük emisyona sahip doğal gaz çevrim santrallerini öne çıkardı. Özellikle ABD’de yeni nesil sondaj makinalarının verdiği imkanla kayaçları çatlatarak, düşük maliyetlerle doğal gaz üretimine imkân vermesi yeni bir çığır açtı. Bu yeni üretim tekniği doğal gazı fiyat olarak da rekabetçi ve kömüre göre temiz bir yakıt olarak öne çıkardı.

Enerji depolamayla ilgili halihazırda kolayca ulaşılabilir ve uzun süreli depolama imkânı sunan bataryalar kolay erişilebilir olmadığı için, bu teknolojiler veya depolama imkânı sağlayacak yeni çözümler geliştirilene kadar, yukarıda saydığımız avantajlarıyla doğal gaz ara dönem için öne çıkmaktadır.

Yakın dönemde yenilenebilir enerji arzının artması ile baz yük çalışan fosil yakıtlı santrallerin enerji piyasasında rekabet etmesi güçleşecektir. Bu devre dışı kalması muhtemel fosil yakıtlı santralleri ikame edecek, hızlı devreye girebilen, frekans dengelemesi yapabilen ve fosil yakıtlara göre daha az emisyon sağlayan doğal gaz santrallerinin yaygınlaşmasıyla doğal gaza talep artacaktır. Bu nedenle doğal gazda mevcut yatırımların sürmesini bekliyoruz.

Şahsi görüşüm, enerji depolamada yıkıcı ve erişilebilir bir teknolojinin ortaya çıkması, mevcut enerji depolama ürünlerinin kapasitelerinin önemli oranda artması veya enerji transferinde yeni ve sıra dışı teknolojilerin gelişmesi ile zaman içerisinde doğal gaza olan ihtiyacın da azalacağıdır. Tüm bunlarla birlikte Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde, yenilenebilir enerjinin adaptasyon ve yaygın kullanımının gerçekleşmesine kadar bilhassa AB’nin doğalgaz ihtiyacı ve Asya Pasifik’teki artan talep doğalgaz yatırımlarının ana dayanağını oluşturacaktır.

“ÇİN’İN DEPOLAMA KAPASİTESİNİ ARTIRMASI LNG PİYASASINI OLUMLU ETKİLEYEBİLİR”

Doğal gazda yatırımların Asya Pasifik bölgesine kayması bir sürpriz değil. Asya Pasifik bölgesi dinamik nüfus artışı, ekonomik kalkınma ve alım gücünün yükselmesi ile enerji talebinin dünyada en hızlı arttığı bölgeyi oluşturuyor. Bu enerji talebine cevap verirken bazen öncelikler ise karışabiliyor. Yakın zamanda Asya’nın önemli ekonomilerinden Hindistan’da katıldığım bir panelde, hidrojenin gündemi gereğinden fazla meşgul etmesine ve sihirli bir çözüm gibi sunulmasına itiraz ettim. Önceliklerin doğru sıralanması gerektiğini vurgulamak için, halen sadece Hindistan’da 140 milyon insanın elektrik erişimi olmadığını hatırlattım.

Son dönemdeki ekonomik sıkıntılardan dolayı Çin ekonomisinin nispeten yavaşlaması, Japonya’nın Fukushima nükleer reaktöründeki kazadan sonra devre dışı bıraktığı nükleer santralleri tekrar devreye alması ve kuzey yarım kürede beklenenden sıcak geçen kış aylarının da etkisiyle bu dönemde LNG talebinde küçük bir düşüş gözlemlenmektedir.

Asya-Pasifik bölgesi, Çin, Japonya, Kore, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Endonezya gibi öne çıkan ülkelerle talebin ana noktasını oluşturmaya devam ediyor. Bu ülkelerden Japonya ve Kore’yi dışarıda tutarsak, dekarbonizasyondan önce oportünist bir yaklaşımla alım stratejileri belirlediklerini görüyoruz. Japonya ve Çin ise uzun vadeli alım taahhütleri ile ABD’deki birçok doğal gaz projesinin finansmanında önemli rol oynadılar.

Aynı zamanda da petrole veya ABD Henry hub endeksli uzun dönem alım sözleşmelerini hedef ülke (destination clause) kısıtlamasız imzalayarak önemli bir kazanım elde ettiler. Portföylerini verimli bir şekilde optimize ederek  düşük maliyetli bu kargoları Avrupa’ya spot marketten satarak önemli gelir elde ettiler. Her ne kadar 2025’ten itibaren bir LNG fazlalığı beklense de Pakistan, Hindistan, Bangladeş gibi fiyata duyarlı ülkelerdeki oluşacak bastırılmış talep ve ekonominin yeniden büyümesi ile bu fazlalığın absorbe edilmesi olası görülmektedir.

Çin’in depolama kapasitesini artırmasının küresel LNG piyasasına etkisini ben olumlu yönde değerlendiriyorum. Bu yatırım sayesinde pazarda dönemsel oluşabilecek fazla LNG’nin absorbe edilmesi ve fiyatlamalardaki volatiliteyi azaltması muhtemeldir.

Tabi bu noktada Çin’in ham madde alımlarında sadece fiyat stratejisi değil aynı zamanda siyasi bir gündem de izleyebildiğini ve satın alma gücünü bu bağlamda da kullanabileceğini unutmamak lazım. Nitekim son dönemde Avustralya ve ABD ile yaşadığı gerginliklerde takındığı satınalma tercihlerinde izlediği tutum bunun iyi örnekleri olarak ortada duruyor. Temel olarak mevsimsel döngüde zaman farkını (time-spread) optimize etmek için kullanılan depolama yatırımlarının, arz fazlasının olduğu dönemde sağlayacağı potansiyel katkı, uzun dönemli kontratlarla iyi optimize edilmezse ekonomik faydası cüzi kalabilir. Çin’i özel olarak ele alırsak, ülkenin şu anda küresel ölçekte  hem yenilenebilir enerjiyi hem de depolama imkânlarını enerji filosunda en hızlı şekilde geliştirdiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Çin hükümetinin doğal gaz depolama yatırımındaki temel gündeminin maliyetlerdeki dalgalanmalardan en az şekilde etkilenmek ve bölgesel ticaretteki ağırlığını artırmak olduğu söylenebilir.

“ABD’NİN LNG YASAĞININ KALICI OLACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM”

LNG ihracat yasağının temelinde Texas eyaletiyle ABD’nin Federal Hükümeti arasında, güney sınırından mülteci geçişiyle alakalı siyasal bir çekişme yer almaktadır. Dolayısıyla uzun dönemde Başkan Biden’ın uyguladığı LNG ihracat yasağının kalıcı olacağını düşünmüyorum. Zira bu yasak ABD’deki üreticilerin gelirlerini azalttığı gibi, Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle AB gibi çok önemli bir alıcıyı zor durumda bırakıyor. ABD’deki LNG arzının daralması, Panama ve Süveyş Kanalları’nda yaşanan sıkıntılar ve artan LNG maliyetleri, alternatif yakıt olarak kömüre yönelme ihtimalini doğuruyor. Oluşması muhtemel bu sonuçlar ABD’de Demokrat Partili Başkan Biden’in seçmen profilindeki çevrecilerin tepkisini çekiyor. Ben yakın zamanda ABD içinde bir uzlaşmanın sağlanacağını ve LNG ihracatının hız kesmeden devam etmesini bekliyorum. ABD’de bu geçici panik havasının dumanından şu an belki net görünmese de, EIA’nın analizlerine göre 2027’ye kadar Kuzey Amerika kıtasındaki ihracat kapasitesinin mevcut duruma göre iki katından fazla artması bekleniyor. Bilhassa Kuzey Amerika’nın Batı yakasında yer alan, Panama Kanalı’nın sıkışıklık ve draft sorunlarını da çözecek yeni LNG ihracat terminalleri, Asya-Pasifik bölgesine önemli ihracat imkânı sağlayacak şekilde tüm hızıyla devam ediyor.

“BOTAŞ’IN YAPISI YENİDEN DÜZENLENİRSE TÜRKİYE, AVRUPA DOĞAL GAZ PAZARINDA GÜCÜNÜ GÖSTERME FIRSATI BULACAKTIR”

Ülkemiz maalesef doğal gaz konusunda gerçek manada potansiyelini kullanamamakta ve çok önemli zamanı harcamaktadır. Kritik enerji dönüşümünün önceliklendirildiği içinden geçtiğimiz dönemde zaman mevcut ataletimizle aleyhimize işliyor. Türkiye’de BOTAŞ’ın piyasa payının 4646 sayılı doğal gaz piyasası kanununda belirlenen sınırlara çekilememesi, hatta neredeyse tekel kabul edilebilecek şekilde artması, ülkemizin jeostratejik konumunun avantajlarını kullanamamasına yol açmaktadır. Türkiye, mevcut kıtaları birbirine bağlayan iletim hatları, depolama imkânları ve LNG alım kapasitesi ile küresel doğal gaz ticaretinde önemli bir potansiyele sahip ve bu alandaki aktörlerin radarında olan bir ülkedir. Ülkemiz günümüz itibarıyla Avrupa kıtasında doğal gaz tüketiminde büyüme kaydeden en önemli pazardır.

Ülkemizin doğal gaz depolamadaki kapasitesi, son dönemdeki yatırımlara rağmen, teknik olarak 60 milyar metreküpe ulaşması beklenen yıllık doğal gaz tüketimimizin göz önünde bulundurulduğunda yetersizdir. Bu tüketime uyumlu kapasitenin 15 milyar metreküp civarında olması gerekirken, şu anki durum bu hedefin gerisindedir.

Arama konusunda ise önemli bir başarı olarak tanıtılan Karadeniz doğal gaz sahalarımızın gerçek kullanılabilir rezervleri, yıllık üretim kapasitesi ve doğal gazın üretim maliyetleri ile ilgili şeffaf bir bilgi akışı olmadığından bir projeksiyon yapmak mümkün olmasa da gelişmeler ülkemiz adına sevindirici bir potansiyele işaret ediyor.

Bu noktada üzülerek belirtmek isterim ki, bizzat danışmanlığını yürüttüğümüz birçok yerli ve yabancı firmanın Türkiye’yi enerji üssü yapma vizyonuna katkıda bulunacak ve ülkemize yatırımları da içeren projeleri, BOTAŞ’ın piyasadaki hakim konumunu kötüye kullanması nedeniyle hayata geçirilemememiştir. Doğal gaz piyasasında teoride tüm tarafların taleplerine eşit statüde yaklaşması gereken iletim şirketi, mevcut piyasa pratiği çerçevesinde işlev gösterememektedir. Bu durum, ülkeye girebilecek potansiyel doğal gaz yatırımlarını da engellemektedir. Bunun ötesinde sektördeki mevcut özel sektörden uzun dönem ithalatçılar da baskı altında kalmakta, depolama kapasitesine erişim gibi uygulamalarda pratikte yaşanan sorunlar, mevzuat kurgusunda teorik olarak çerçevesi çizilmiş olan rekabet ortamının oluşmasının önünde engel teşkil etmektedir.

Oysa atıl kapasitedeki LNG alım terminalleri ve depolama kapasitelerinin uygun zamanda, şeffaf bir kapasite ihalesi ile üçüncü taraflara makul şartlarda açılması; AB ülkelerine doğal gaz çıkışlarının yukarıdaki şartlarla uyumlu bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ile Türkiye’nin mevcut altyapısından gelir elde etmesine, arz güvenliğini artırmasına, ülkeye yabancı yatırım çekmesine ve jeostratejik konumunu ortaya koymasına imkân sağlayacaktır.

Maalesef bizim geç kalmamız ve piyasamızda oluşan mevcut yapıyı, komşumuz Yunanistan, Türkiye’ye göre çok küçük bir pazar olmasına rağmen proaktif ve yatırımcı dostu yaklaşımıyla avantaja çevirmektedir. Uzun zamandır konuşulan ama gerçekleşmeyen, BOTAŞ içindeki iletim ve ticaretin ayrışması süreci umarım gerçekleşir. Ülkemiz, iletim altyapısındaki basit kısıtlamaların çözülmesi ve savaş sonrası değişen dengelerin de etkisiyle Avrupa’nın en büyük doğal gaz pazarı olma potansiyelinin avantajlarını realize eder.

Açıkçası değişen BOTAŞ yönetiminden en büyük beklentim bakış açısının serbest piyasa işleyişini daha fazla destekleyecek bir yönde değişmesidir. Zira şu ana kadar sergilenen reaktif ve kötü yönetişim sonucunda tüm ülke üzerinde büyük bir ekonomik yük oluştu. Mevcut şartlarda, hidrojenin doğal gazın yerini almasını çok gerçekçi bulmuyorum. Buna rağmen, yakın zamanda ortaya çıkabilecek hidrojen ihtiyacını karşılamak için, mevcut boru hatları ile gelen uygun maliyetli doğal gazı ve karbon yakalama teknolojilerini kullanarak hidrojen üretme potansiyeline sahibiz. Bu sayede liberal bir piyasa yapısı oluşursa AB’ye yakın bir bölgede önemli bir hidrojen tedarikçisi olma şansımız da bulunmaktadır.

“AVRUPA DOĞAL GAZI HİDROJENLE DEĞİŞTİRMEK İSTİYOR”

Şimdi öncelikle şu temel saptamayı yapmak isterim; Hidrojen üretimi için iki temel girdiye ihtiyacınız var. 1) Temiz ve ucuz enerji 2) Su.

Genelde suya erişim konusunun maalesef hafife alındığını gözlemliyorum, iklim değişikliği tüm dünyayı etkilediği gibi ülkemizi de etkiliyor. Konuyu istatistik olarak anlamak için TEİAŞ’ın barajlara gelen su raporlarına bakılması yeterli olacaktır.  Bu dramatik mukayese sonucu ülkemizin son 20 yıldaki kuraklaşması somut şekilde gözlenebilir. Zaman zaman basına da yansıyan şekilde yeraltı sularımızın da seviyesi gitgide düşmektedir. Bazı bölgelerdeki kömür santrallerimiz, kömürsüzlükten değil ama susuzluktan kapanma riski taşıyor.

Hidrojen üretimi son derece pahalı bir süreçtir, kabaca 1 kg hidrojen üretmek için 9 kg su ve 50 kWh enerji gerekir Avrupa savaş sonrası da oluşan -bence histerik bir yaklaşımla- doğal gazı hidrojenle değişmek istiyor. Bu benzer trend ben 2000’li yılların başında Almanya’da yüksek öğrenim yaparken de gündemdeydi ama o zaman da ekonomisi çalışmadığından bir süre sonra rafa kalktı.

Şöyle bir basit bir vakayla hidrojenin enerji depolama aracı olarak verimsiz kullanım örneklerinden birini somutlaştırmak isterim. Varsayalım siz 100 birim enerjinizi elektrolizör yardımıyla depolama amaçlı hidrojene çevirmek istediniz ve ortalama verimle 80-90 birim hidrojen cinsinden enerji elde ettiniz. Daha sonra da bu yakıtı yakıt hücresi ile elektriğe çevirdiğinizde elinizde net 40-45 birim enerji kalmış oluyor.  İçten yanmalı motorlar veya türbinlerle de enerjiye çevirmek istediğinizde gene ciddi verimsizlik ortaya çıkıyor.  Açıkça görüldüğü gibi hidrojeni depolanan enerji kaynağı olarak kullanmak, ciddi bir enerji kaybı ve su tüketimine (her ne kadar su pratikte kaybolmasa da kaynak ihtiyacı gerekmektedir) sebep olmaktadır.

Bunun yanı sıra hidrojen gerek üretim maliyetleri gerekse taşıma ve depolamadaki zorluklarından dolayı zahmetli bir yakıttır. Ben şahsen bir süre sonra hidrojen, metanol ve amonyak gibi türev hidrojen moleküllerinin kısıtlı alanda kullanım bulacağını düşünüyorum. Bir diğer alternatif kullanım alanı da dekarbonizasyonu zor sektörlerden havacılıkta sentetik jet yakıtı formatı olarak düşünülebilir ama burada tekrar maliyet noktasındaki yükseklik zorlayıcı olacaktır. Muhtemelen demir-çelik, cam-seramik, rafineri ve gübre sektörlerinde doğal gaz ikamesi dışında yaygın bir kullanımı oluşmayacaktır.

Hidrojenin doğal gaza karıştırılıp kullanılması ise yukarıdaki basit örnekte görüldüğü gibi bilhassa enerjide ve suda ciddi oranda fazlası olan bir ülke değilseniz bence büyük bir enerji israfıdır. Ayrıca hidrojen molekülünün (H2), Doğal gaz molekülüne (CH4) göre küçük olması, sızdırmazlık konusunda sorunlar yaratmaktadır. Keza hidrojenin doğal gaza göre çok daha  patlayıcı olması, doğal gazın taşıma ve depolama konusundaki zorlukları da verimli bir doğal gaz-hidrojen karışımı oluşumunu güçleştirmektedir.

Ülkemizin ise yeşil hidrojende önemli bir oyuncu olmasını beklemiyorum. Bu alanda Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Avrupa’nın kuzey ülkelerinin avantajlı olacağını bekliyorum. Ülkemizin finansmana erişim güçlükleri ve enerji piyasasındaki fiyat baskıları ve hukuki sorunlar nedeniyle yakın zamanda yabancı sermaye çekmesi de güç göründüğünden yeşil hidrojen ihracı konusunda iyimser olmak zor.