12. Türkiye Enerji Zirvesi’nde açılış konuşmalarına yoğun ilgi

21-22 Kasım tarihlerinde Antalya’da düzenlenen Türkiye enerji piyasasının “En Büyük Aile Buluşması” 12. Türkiye Enerji Zirvesi’nin açılış konuşmasında önemli konuklar yer aldı. Açılış Konuşmasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ve KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanı Olgun Amcaoğlunun ardından, Zorlu Enerji CEO’su Sinan Ak, Sabancı Holding Enerji Grup Başkanı Kıvanç Zaimler, Zorlu Enerji CEO’su […]

12. Türkiye Enerji Zirvesi’nde açılış konuşmalarına yoğun ilgi
Burak Karagöl
  • Yayınlanma21 Aralık 2022 15:20

21-22 Kasım tarihlerinde Antalya’da düzenlenen Türkiye enerji piyasasının “En Büyük Aile Buluşması” 12. Türkiye Enerji Zirvesi’nin açılış konuşmasında önemli konuklar yer aldı. Açılış Konuşmasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ve KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanı Olgun Amcaoğlunun ardından, Zorlu Enerji CEO’su Sinan Ak, Sabancı Holding Enerji Grup Başkanı Kıvanç Zaimler, Zorlu Enerji CEO’su Sinan Ak, Akenerji Genel Müdürü Serhan Gencer, TOBB Kadın Girişimciler Grubu Başkanı Nurten Öztürk ve Türkiye Enerji Zirvesi Başkanı Mustafa Karahan konuşmacı olarak yer aldı.

Zorlu Enerji CEO’su Sinan Ak

‘DEPOLAMALI GÜNEŞ PROJELERİ BİZE ÇOK YARDIMCI OLACAK’

Bu sene aslında çok büyük çalkantıların olduğu, neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremediğimiz bir yıldı. Kamu ve özel sektörün birlikte yoğun bir şekilde çalışarak bu krizi sorunsuz atlatması gereken bir yıldı. Ben beklentilerimin çok üstünde, bu krizin üstesinden geldiğimizi düşünüyorum. Çok ciddi adımlar atıldı, seçim dönemine yaklaşmış olmamıza rağmen çok önemli kararlar alındı ve sektör bugün herhangi bir fire vermeden yoluna devam etmekte.

2022, çok önemli değişikliklerin yaşandığı bir yıl oldu. 2022 yılını geçmişte yaşadığımız bir örnekle değerlendirmek istiyorum. 1973 yılında büyük bir petrol krizi meydana gelmişti ve bu petrol krizinin yaşandığı dönemde Gazprom kuruldu. Böylece Almanya ilk defa Rusya’dan gaz almaya başladı ve bugüne kadar da bu doğrultuda ilerleyerek aslında çok önemli bir ekonomik güç haline geldi. Görüyorsunuz ki bu değişen dönemde, yine taşlar değişecek ve Almanya farklı bir yolda hareket edecek gibi gözüküyor. 2030 yılına kadar 200 bin megavat güneş, 120 bin megavat rüzgâr kapasitesine ulaşma hedefini koydular ve hızlı bir şekilde bu yolda ilerliyorlar.

Yenilenebilir enerji alanında keza biz de bu sene birçok önemli adım attık. Hibrit projeler ve depolamalı güneş projeleri gibi konularla ilgili ciddi adımlar atılıyor. Zaten güneş ve rüzgârı bir kapasiteye kadar yapabilirsiniz, bir noktadan sonra mutlaka destekleyici unsurları devreye almanız gerekiyor. Bence depolamalı güneş projeleri önümüzdeki dönemde bize çok yardımcı olacak ve elektrik maliyetlerimizi azaltmamızı sağlayacak. Şimdi bu noktada dünyayı aslında üçe bölmemiz gerekiyor; Amerika kıtası, Avrupa ve Uzakdoğu. Amerika ve Uzakdoğu’da elektrik fiyatları 10 sentlere tutunmuş durumda. Bizim ülkemizde şu an 20 sentlerde ki bu fiyatlar Avrupa’da çok daha yüksek seviyede.

Birincil önceliğimiz; ülke olarak bu enerji maliyetlerini mutlaka diğer rakip kıtalarla aynı seviyeye getirmemiz. Eskiden “kömürden uzaklaşmamız gerekiyor” derken bugün maalesef kömüre geri dönüş yapıyoruz. Kömür santrallerini maksimum kapasitede kullanıyoruz. Ülkemizin doğal gaz keşifleri çok önemli. Bu keşiflerden gelecek kaynakların bir an önce ülkemize kavuşmasını dört gözle bekliyoruz. Bu bizim için ve sanayimizin güçlü bir şekilde devam etmesi için oldukça büyük önem arz ediyor.

ŞARJ AĞI KONUSUNDA ÇOK HIZLI İLERLİYORUZ

Diğer taraftan enerji dönüşümü konusu oldukça popüler. Elektrikli şarj araçlarıyla ilgili konuşmayı seviyorum. Bu yıl yapılan düzenlemelerle birlikte artık birçok firma aramızda şarj istasyonu ağı kurmak için veya bunun bir parçası olmak için gerekli lisanslamalarını yapmış durumda. Çok hızlı bir şekilde ilerliyoruz ama bu kadar hızlı gitmek de ne kadar doğru? Bu konuda birazcık frene basmakta fayda olabilir. Gereğinden fazla yatırım yapılırsa, bu sefer yatırımcılar bir miktar mağdur olabilirler. O yüzden daha dikkatli hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sektörümüzün geçen sene tüm paydaşlarla çok yoğun bir şekilde iletişim halinde olması gereken bir süreçte, özel sektörü çok değerli bir şekilde temsil eden Kıvanç Zaimler’e de çok teşekkür etmek istiyorum. Kendisi bu sene bizlere yol gösterici oldu. 

Sabancı Holding Enerji Grup Başkanı Kıvanç Zaimler

‘EN ÖNEMLİ ENDİŞELERİN BAŞINDA ARZ GÜVENLİĞİ GELİYOR’

Geçen sene bu kürsüden yaptığım konuşmada, enerjideki bir üçlemeden daha doğrusu imkânsız bir üçgenden bahsetmiştik. O günden bugüne pandeminin geldiği nokta, savaş ortamı, tedarik zincirlerinde yaşanan krizlerden sonra bu üçgenin birinci kenarını oluşturan arz güvenliği kısmında, yani bütün devletlerin vatandaşlarına, esnaflarına, çiftçilerine, sanayicilerine, ısınma, aydınlanma, ulaşım için sağladıkları enerji güvenliğinde bugün Avrupa’da yaşanan krizin boyutunu görüyorsunuz. En önemli endişelerin başında arz güvenliği geliyor. İkinci boyutunda ise bunun maliyeti yani enerjinin ekonomik bedel boyutu geliyor. Emtia fiyatlarına baktığımızda bugün Avrupa’da yaşanan panik ortamını da hep beraber gözlemliyoruz. Bu durum; dünyada da enflasyon ve ekonomik dalgalanmalar olarak karşımıza çıkıyor.

Bütün bunların sonucunda üçgenin üçüncü kenarı olan iklim konusunda dünya daha iyiye gitmedi. Arz güvenliği endişeleri ve maliyet baskıları, bugün devletlerin önceliklerini değiştirmiş durumda. Dünyada bu trilama endeksini ölçen birçok kurum var ve bu endeks bu sene biraz daha geriye gitti. Hazırlanan reçetelerin hemen hepsinde olmazsa olmaz konu verimlilik. Daha fazla yenilenebilir enerji, depolama ve e-mobilite gibi akıllı sistemlerin olduğu muazzam bir dönüşüm ve bunları desteklemesi gereken iletim ve dağıtım şebekeleri ve de hidrojen gibi yeni yakıtlar var. Bunların hepsi gerçekleştirilse dahi bu üçgeni ancak optimize edebiliyorsunuz. Dolayısıyla dünyanın ses getirecek bambaşka teknolojilere de ihtiyacı var. Konuya Türkiye açısından baktığımızda; arz güvenliği boyutunda doğal gaz keşfimiz çok önemli ve uzun vadeli fırsatlar getirebilecek bir keşif. Altyapı yatırımlarımız, depolarımız, terminallerimiz, elektrik üretim santrallerimiz sayesinde bu dönemde bir arz güvenliği sıkıntısı yaşamıyoruz. Ama önümüzde yine bizi arz güvenliği açısından zorlayacak bir dönem var. Bu dönemi plandan aksiyona geçmek olarak tanımlamak istiyorum. Verimlilik projelerini bir an önce hayata geçirmek için bunların önündeki engelleri kaldırmak için çaba göstermeliyiz. Maliyet boyutuna baktığımızda, tüketiciyi korumak adına alınan önlemler var. Türkiye de bu konuda başarılı ve öncü olmuş bir ülke. Tüm bunlara rağmen bu sürdürülebilir bir yapı değil. Dolayısıyla piyasa modeline güvenip yatırımların devamını da sağlamak zorundayız. İhtiyaç sahiplerine doğrudan destek vermeyi düşünmeliyiz. Bir de tabii olayın daha uzun vadeli boyutu var. Bugün enerji yoğunluğuna baktığımızda tükettiğimizn çok daha üzerinde bir enerji yoğunluğumuz var.  Tükettiğimiz enerjiyle GSYH arasında bir oransızlık var. Ekonomik büyüme modelimizin içine daha fazla teknolojiyi ve daha fazla katma değeri katarak alım gücümüzü de iyileştirebiliriz.

Türkiye açısından iklim boyutunu da değinmek istiyorum. COP27 Zirvesi’nin kapanışında yayınlanan bir karikatürde, çöllerde kafasını kuma gömmüş dünya insanlarının karikatürize edilmiş halleri yer alıyordu. Paris Anlaşması, Türkiye’ye eşit ama adil olmayan 2053 taahhütlerimizi getirdi. Adil olmayan diyorum, çünkü biz gelişimi daha sonradan başlatmış bir ülkeyiz. COP27’de açıkladığımız ulusal katkı beyanında 2030 yılı için hedeflenen emisyon azaltım oranımızı da yüzde 41’e yükselttiğimiz belirttik. Şimdi yapmamız gereken, yol planlarımızı daha da netleştirip ara hedeflerimizi açıklamak. Hem dünyaya karşı olan sorumluluklarımızı yerine getireceğiz, hem de enerji dönüşümü ve arz güvenliği için yapılacak yatırımlarda finansmana daha kolay ulaşabileceğiz. Türkiye olarak enerji dönüşümünü bir avantaja çevirebilecek fırsatları yaratmalıyız ve bunları kullanmalıyız. Bunun için bilimi, teknolojiyi, dijitalleşmeyi araç olarak hayata geçirmeliyiz. Katmadeğer, ülkemizin ekonomik büyümesi için de itici güç olacaktır. Teknolojinin bizi farklılaştırılacağını söyledik ama ülkemizin muazzam coğrafi konumunun, doğal kaynaklarının, güneşinin, rüzgârının ve suyunun değerinin de farkındayız. Öte yandan bu coğrafyada yaşayan önemli sayıdaki genç nüfusumuz ve yüz binlerce enerji sektörü çalışanımız sahip olduğumuz en büyük değerimizdir.

Türkiye Enerji Zirvesi Başkanı Mustafa Karahan

‘ENERJİ TEMELDE EKONOMİK ZENGİNLİĞİN ALTINDA YATAN ANA KAYNAK’

En olmayacak şeylerin bile olabildiği bir dönemi hep birlikte yaşıyor ve izliyoruz. Hem bu etkileri, hem de bu etkilerin boyutunu tahmin etmemiz zor oluyor. Enerji, temelde ekonomik zenginliğin altında yatan ana kaynak olduğu için bütün dünya genelindeki gerginliklerin, savaşların çoğu da aslında enerji üzerinden olmaya başladı.

Bu sene bunu daha canlı örnekleriyle görüyoruz. Türkiye Enerji Zirvesi’nin ana başlığını ‘Enerji Jeopolitiği’ olarak koyduk. Sektörün her yönünü detaylı şekilde tartışırken sorunlara çözüm önerileri getirip, aynı zamanda önümüzdeki değişimleri ve mevcut konjonktürü anlayabilmemiz son derece önemli. Bu sebeple Zirve’ye; sektör profesyonellerinin yanı sıra başta Sayın Almanya Eski Şansölyesi Schröder ve değerli hocalarımız gibi sektörre farklı vizyon sunabilecek konuklar davet ettik.

Akenerji Genel Müdürü Serhan Gencer

‘SAVAŞ BİZE ARZ GÜVENLİĞİNİN ÖNEMİNİ BİR KEZ DAHA GÖSTERDİ’

Bu yıl hiç kuşkusuz gündem, Rusya-Ukrayna krizinin yol açtığı enerji arz güvenliğiyle ilgili ilişkiler etrafında şekilleniyor. Enerji sektörü temsilcileri olarak COVID ortamının yarattığı belirsizliğin ardından Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle, enerji fiyatlarının tırmandığı, alternatif kaynak arayışlarının arttığı, yenilenebilirin ve enerji verimliliğinin öneminin arttığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Ertelenen talep artışıyla toparlanmaya başlayan ülkeler, ortaya çıkan yüksek enflasyon riskine çözüm bulmaya çalışırken, bir anda 2022 yılı başında ortaya çıkan Rusya Ukrayna savaşıyla gelen enerji kriziyle karşı karşıya kaldılar.

AVANTAJLI KONUMDAYIZ

Rusya-Ukrayna savaşı bize enerji arz güvenliğinin önemini bir kez daha hatırlatırken aynı zamanda enerji stratejilerinin bir anda nasıl değişebileceğini de göstermiş oldu. Avrupa Birliği ülkeleri, kriz öncesinde kömür ve nükleer santrallerinin kapatılmasını tartışırken Rusya-Ukrayna krizi ile oluşan arz güvenliği riski ve yüksek enerji fiyatlarının öne çıkmasıyla birlikte gündemine bir anda alternatif tedarikçiler yoluyla Rus gazına bağımlılığını azaltmayı koydu. Tüm dünya ile birlikte Türkiye enerji sektörü olarak bizler de Rusya-Ukrayna savaşıyla başlayan enerji krizinin etkilerini yaşıyoruz. Enerji krizinin öne çıkardığı başlıklar ise arz güvenliği, yüksek enerji fiyatları, temiz enerjiye daha hızlı geçiş ve enerji verimliliği oldu. Arz güvenliği açısından doğal gazda dışa bağımlılığın azaltılması gerekliliği Türkiye’de de ön plana çıktı. Bu anlamda Sakarya Gaz Sahası’nda yapılan 540 milyar metreküplük doğal gaz keşfi, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde sona erecek olan doğal gaz kontratlarının yenilenmesinde elini güçlendirmesi ve orta vadede doğal gaz ihtiyacının önemli bölümünün kendi kaynaklarından karşılanması açısından çok büyük önem arz ediyor. Bu tip ani krizlere karşı hazırlıklı olunması açısından bir diğer önemli unsur da depolama kapasitesinin ve teknik altyapının yeterliliğidir. Hem yeraltı doğal gaz depolama tesislerinin hem de LNG tesis sayılarının arttırılmasıyla ülkemiz kaynak yeterliliği bakımından daha iyi bir konuma geldi. Bu avantajlı konumumuzu korumamız ve daha da iyileştirmemiz için enerji alanındaki yatırımlarımızın devamını önemsiyoruz.

Teknik altyapı yatırımlarının yanı sıra mevcut kontrat şartlarının iyileştirilmesi ve uzatılması için yapılan çalışmaları, farklı ülkelerle alternatif rotalar ve alternatif iş birlikleri için yapılan görüşmeleri ve de ülkemizin bir ticaret merkezi olması noktasında yapılmakta olan istişareleri çok olumlu buluyoruz. Doğal gaz arz tarafında yapılan çalışmalar sayesinde, arz güvenliği riskini kontrol altına alabilmemize rağmen enerji fiyatlarındaki artış maalesef tüm dünyayla birlikte bizi de etkiliyor. Bu krizin kısa dönemli olmayacağını düşünürsek; yüksek enerji maliyetleri bir süre daha gündemde kalacak. Enerji krizi ilk başta iklim krizini gölgede bırakmış gibi görünse de her iki krizin çözümünün de aynı noktada buluşması çözümü daha da önemli kıldı. Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları alanında 2002 yılında 12 bin megavat olan seviyesini sadece hidrolik kaynaklardan üretirken, özellikle son yıllarda hızla artan rüzgâr ve güneş enerjisi yatırımlarıyla yenilenebilir kapasitesini bugün 52 bin megavat seviyelerine çıkardı. Toplam kapasitede 4 katın üzerinde bir artış oldu. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kapasitesindeki bu hızlı artışta en büyük payı, bankaların yenilenebilir enerji yatırımları için sağladığı yaklaşık 45 milyar dolarlık finansman desteği teşkil etti. Yenilenebilir enerji kaynakları için bu finansmanın sağlanmasında en büyük etken ise YEKDEM mekanizması oldu. YEKDEM öngörülebilirlik sağlayan bir mekanizmaydı. Enflasyon ve kur eskalasyonu ile Türk lirasına geçiş, yenilenebilir projelerinin yapılabilirliğini zorlaştırdı. YEKDEM mekanizmasına alternatif olan, önümüzdeki dönemde de devam etmesi planlanan YEKA ihaleleri ile güneş ve rüzgâr kaynaklarımızın potansiyellerine ulaşması noktasında atılan adımları doğru buluyoruz. Yenilenebilir kaynakların kesintili yapıları nedeniyle bu kaynakların yönetiminde kritik olan depolama tesislerinin de bir an önce uygun mevzuat altyapısıyla hayata geçirilmesi ve yaygınlaştırılmasını arz güvenliği açısından önemsiyoruz.

Tüm bu gelişmelerin ülkemizin 2053 yılı için koyduğu net sıfır emisyon hedefinin gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacağını düşünüyoruz. Yenilenebilir kaynakların değerlendirilmesi, hedeflenen enerji dönüşümü yolunda önemli bir yere sahip. Artan talebin karşılanması ve sistem güvenliği açısından baz yük santrallerini de göz ardı edemeyiz. Vakitlice planlanmış yatırım süresi uzun olan nükleer harici yeni baz yük santrallerinin de sisteme nasıl kazandırılması gerektiği konusunda yapılacak istişarelerin de faydalı olacağı kanaatindeyiz. Enerji tasarrufu, enerji verimliliği ile enerjinin etkin kullanımı, dağıtık enerjiye geçiş, tüketicilerin üretici olarak desteklendiği model ve teşvikler de hedeflediğimiz sürdürülebilir gelecek için esas teşkil ediyor. Bütün bu gelişmelerin ışığında biz de Akenerji olarak bin 224 megavat kurulu gücümüz ve sektördeki 33 yıllık varlığımızın birikimi ile çevresel, sosyal ve ekonomik anlamda katma değer yaratmak adına sürdürülebilirliği entegre ediyoruz. 2025 yılı sürdürülebilirlik stratejimiz doğrultusunda ihtiyaç ve beklentilere göre önceliklendirdiğimiz çalışmaları yapıyoruz. Ülkemizin enerji alanında belirlemiş olduğu politikalara katkı sağlamaya devam edeceğiz.

TOBB Kadın Girişimciler Grubu Başkanı Nurten Öztürk

‘ÜLKEMİZE DEĞER KATAN PROJELERİ GELİN HEP BİRLİKTE ÜRETELİM’

Çok iyi bildiğiniz ve yakından tanıdığınız eşim Fikret Öztürk ile birlikte 1980’li yıllarda sektöre girdik. O günün koşullarından bugüne gelinceye kadar pek çok zorlu şartları aştık ve bugün sektörün öncü şirketlerinden biri olmanın gururunu, mutluluğunu yaşıyoruz. Yine bugün kuruluşumuzun 30. yılında 41’i uluslararası olmak üzere 71 ödül almaktan da son derece mutlu ve gururluyuz.

Biliyorsunuz pandemi, tüm dünyada derin izler bıraktı ve enerji sektöründe de dijital değişime neden olurken toplumsal bir dönüşüm de yarattı. Aynı zamanda ürün ve hizmet alanında da enerji sektörünün gelişmesine, dönüşmesine de fırsat sağladı. Bizler üzerinde yaşadığımız ülkeye, içinde yaşadığımız topluma karşı görev sorumluluklarını bilen ve unutmayan bir şirket olarak ürün ve hizmet kalitemizi geliştirirken yıllardır yaptığımız sosyal sorumluluk projelerimizle de insanımızın yanında olduk. Sektörde aracın yerine insanı koyduk, aracı kullanan insanı öznemize koyduk ve hizmet ederken ‘önce insan’ dedik. İnsanlarımızın içinde yaşadığı ortamları güzelleştirmek, onlara ulaşabilmek için de pek çok sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirdik. Bunların ilki ‘Temiz Tuvalet Kampanyası’ydı. Başta akaryakıt istasyonları olmak üzere tüm Türkiye’de bir değişim ve dönüşüm oldu. Ama bu dönüşüm kolay olmadı. Hem istasyonlarımızı rehabilite ederken ve fiziki koşullarını düzeltirken hem de köy kasaba demeksizin bütün Türkiye’yi dolaştık. Bütün kurumlarda, hatta camilere bile girerek, belediyelerde, devlet demiryollarıyla ortak çalışmalar yaparak, hastanelere girerek bu projeyi yaygınlaştırmak için çaba harcadık. Eğitimlerimizle birçok insana ulaştık ve büyük bir değişimin sonuç olarak ortaya çıkmasına neden olduk. TOBB Kadın Girişimciler Kurulu ve Opet iş birliğiyle yapılan ‘İşimiz Temiz’ projesiyle, bütün orta ölçekli ve mikro işletmelerin hijyen hizmet standartlarını yükseltebilmek için binlerce kişiye eğitimler verdik. Bizim amacımız insana hizmet etmek.

TOBB Kadın Girişimciler Kurulu olarak ülkemizin en büyük, en yaygın, en örgün kadın kuruluşuyuz. 81 ilde, 81 il başkanımız, icra kurullarımızla ve 7 bin üyemizle ülkemizdeki kadın sorununu çözmeye çalışıyoruz. Bu sorunun büyüklüğünü çok iyi gördüğümüz için başlatmış olduğumuz “Kadın Gücü” projemiz sayesinde, bugün ülkemizin her köşesindeki Opet istasyonlarımızda kadınlarımız çalışıyor. Bu konunun neden önemli olduğunu hepimizin bildiğini düşünüyorum. Göklerin yarısı kadınlarınsa nefes alırken kadınlar neden hissetmiyor? Ulu Önder Atatürk’ün dediği bir söz var; ‘Bir toplum kadın ve erkek denilen iki cinsten oluşur. Bir cinsi zincirlerle toprağa bağlarsanız diğer cinsin göklere yükselmesi mümkün değildir’. Sektörümüzün de bu konuda öncü olmasını ve daha çok kadına istihdam sağlamasını özellikle istirham ediyorum. Bazı veriler bu konunun ne kadar içler acısı olduğunu ve eğer bu ilerlemeyle gidersek dünya genelinde kadın erkek eşitliğinin ancak 300 yıl sonra olabileceğini gösteriyor. Türkiye bu konuda dünya ölçeğinde 155 ülke arasında şu an 124. sıraya yükselmiş durumda. Daha önce 133’üncü sırada yer alıyordu. OECD ülkeleri arasında da kadın istihdamı açısından maalesef en son sıradayız. Sektörümüzün ön saha çalışanı kadınlarımız sayesinde büyük bir değişim geçirdiği ve hizmet standartlarının yükseldiği de bir gerçek.

Gelin ülkemize, doğamıza, tarihimize değer katan projeleri hep birlikte üretelim. Etik kurallar çerçevesinde tatlı bir şekilde rekabet ederken çevresel, toplumsal, sosyal anlamda ülkemizi ve geleceğimizi kurtaracak projelere imza atalım. Evet, hepimiz fırtınalı denizde yüzen gemiler gibiyiz. Ve o gemilerin kaptanları, mürettebatımız, taşıdığımız kişiler dalgalarla ne kadar boğuştuğumuzu değil, gemiyi nasıl limana yanaştırabileceğimizi düşünüyor ve başarımızı ona göre değerlendiriyor. Oysa yetmez, o limanın yanaşabilecek bir liman olması ve yaşanabilecek bir ortam olması da son derece önemli. Gelin yaşanabilir bir dünya için hep birlikte el ele çalışalım diyorum.